İSMAİL SARIÇAY

E-Posta: isaricay@gmail.com

TARİHİ TÜRK İDEALLERİ–13

Bırakın böyle yüce hedef ve ideallere sahip olmayı, bu gün Türkiye ve Türk toplumu olarak bizler geleceğimizi kucaklayacak, ne dünya, ne Asya ve orta Asya, ne Afrika, ne Orta Doğu, ne Kafkasya ve nede balkanlar vb gibi coğrafya ve bölgelerle ilgili ileriye dönük ayağı yere basan köklü plan ve projelerimiz vardır.

Her ne kadar dışişleri bakanımız Sayın Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu’nun açıklamaya çalıştığımız tarihi hedef ve ideallerimize yönelik çabaları olsa da bunun kısa zamanda gerçekleşmesinin mümkün olmadığını ve uzun zaman alacağını bilmemiz gerekiyor.

 Özellikle bu tip yüce düşüncelerin toplumsal zeminde karşılığı olması veya oluşması gerekir. Bu güne kadar böyle düşünce sahiplerine elitler ve yönetenler arasında pek de hoş bakılmadığını yakından biliyoruz.

Bir de bu düşüncelerin uzun vadeli, toplumsal tabanı olan ve süreklilik arz eden, kararlı, sürdürülebilir devlet politikalarıyla olabileceğini akıldan çıkarmamamız lazım.

Her ne kadar yukarıda saydığımız bu bölge ve ülke halklarının kendilerine en yakın gördüğü, hatta kurtarıcı olarak kabul ettiği ülke Türkiye olsa bile.

Bakın Kafkasya, Somali, Azerbaycan, Bosna, Kosova, Irak, Tunus, Mısır, şimdide Suriye vb. bütün bu coğrafyada yaşayan halkların başları sıkıştığında ilk akıllarına gelen ülke kim oluyor?

 Elbette Türkiye oluyor.

 Ellerinde Türk bayrakları sokaklara dökülüyorlar ve ne diye haykırıyorlar?

Kurtar bizi Türkiye.

Türkler bizim kardeşimizdir.

Türkiye’nin desteği dünyaya bedeldir.

    Peki, bunlar neyi ifade ediyor?

 Maalesef bu feryatları bu güne kadar duymadık, duysak da okuyamadık, okusak da anlayamadık, ellerinden tutamadık, çare hiç olamadık.

Onları bu zamana kadar kaderleriyle baş başa yalnız bıraktık. Yalnız bırakmakla kalsak iyi, kendimizde yalnız kaldık.

Eğer bizlerin bırakın Cihan hâkimiyetini, Nizam-ı Âlem ülküsünü, İ’lay-i Kelimetullahı, gelecek on, elli, yüz, beş yüz yılları kapsayan plan ve projelerimiz olsaydı, bugün saydığımız bütün bu halklar ve bölgeler her konuda Anadolu ile beraber ayağa kalkar, dünyayı sallardık.

Hiçbir sömürgeci güç de yakın çevremizde yaşadığımız bu işgal ve tecavüzlere kesinlikle kalkışamazlardı.

Ancak bizim böyle bir iradeden yoksun olmamız sömürgeci güçlerin hem iştahını kabarttı, hem de yakın çevremizde ve Türkiye’nin Hinterlandında cirit atmalarını sağladı.

Bütün Hinterlandımızın halklarını vahşice ezdikleri gibi yer altı ve yerüstü bütün kaynaklarını da arsızca sömürdüler ve hala sömürmeye devam ediyorlar.

Hatta açıkça şunu da söyleyebiliriz. Türkiye’nin büyük idealleri olsaydı ve üzerine düşeni yapsaydı bu gün şu başımıza bela olan terör sıkıntısını daha doğmadan boğabilirdik.

Nasıl mı?

Şöyle.

Öncelikle şu hususu belirterek başlayalım. Bir defa Türkiye’nin savunma sınırları bu günkü fiziki sınırlarımız olamaz. Olursa işte böyle bize Anadolu’da huzur ve güven vermezler.

Türkiye’nin savunma sınırları en azından sahip olduğu Hinterlandının sınırları olmalıydı.  Bütün tehlikeleri daha oralarda karşılayabilirdi. Belki iddialı bir söz söylüyoruz.  Bazılarına bu düşünceler belki hayal ve saçma da gelebilir. Şu unutulmamalıdır ki her alanda, her başarı önce hayallerle başlar.

Yakın tarihlerde on binlerce kilometre uzaklardan gelip Irak ve Afganistan’da operasyon yapanların gerekçesini biliyorsunuz.

Nedir o gerekçe?

Gelecekte güvenliklerinin tehlikeye girme ihtimali iddiasıdır.

Yani güvenlik tehlikesi hayalde bile olsa adamlar daha doğmadan yok etme yoluna gidiyorlar.

Bu konuda bizim uzaklara gitmeye ve savaşa girmemize bile gerek kalmazdı. Çünkü Türkiye’nin gönül bağıyla bağlı olduğu toplumlar bu tip tehlikeleri daha doğmadan yok edeceklerdir. En azından o bölgeler ve halkları aleyhimize terör zemini oluşturmayacaktır.

Örnek verecek olursak, başı beladan hiç kurtulmayan Afganistan ve Pakistan halklarıyla ve yönetimleriyle gönül bağımızın sağlam olması hiçbir zaman Türkiye aleyhine çalışan hiçbir faaliyete bu güne kadar izin vermemişlerdir.

Bütün hinterlant’ımızla aynı derecede ilgili olsaydık, bütün bu bölgeler bizim emniyet sigortamız olacaktı. Aynen Afganistan ve Pakistan gibi.

Bir başka örnek vermek gerekirse, Rusya’da yaklaşık on beş dolayında özerk Türk cumhuriyeti var. Bunlarla zamanında gönül bağlarımızı daha sağlam ve daimi kurabilseydik Rusya’nın Türkiye’ye karşı tutumu nasıl olurdu bir düşünün.

Düşünün şimdi Kuzey Irak halkı, genelde Irak, Suriye vb. halklarıyla var olan gönül bağlarımızı zamanında doğru dürüst kurabilseydik, Türkiye’yle daha sıkı ilişkiler içerisinde olsalardı, buralarda terör örgütünün barınması ve zemin bulması mümkün olur muydu?

Çünkü kendi Hinterlandında yaşayan halkların gönlünde Türkiye’nin ve Türklerin ayrı bir yeri olduğunu artık sağır sultanlar bile iyi biliyor.

 Bu gönül bağını değerlendirerek her konuda yanımızda bulunmalarını sağlayacak stratejik kurum ve sivil toplum kuruluşlarının oluşması da sağlanabilirdi.

Eğer bunu sağlayabilseydik, Türkiye’nin herhangi bir probleminde, Türkiye’nin bir işaretiyle Afrika’nın batısından ve Bosna’dan başlayarak Çin Seddine, Hint okyanusundan Sibirya’ya kadar bütün bölge ve halklar ayağa kalkardı.

Alın size yakın tarihimizden bu konuda bir örnek daha. Hepimizin hafızalarından daha silinmedi. Milli futbol takımımızın 20 Haziran 2008 Cuma günü Avrupa futbol şampiyonasında Hırvatistan karşısındaki 4-2’lik galibiyeti Türkiye’nin Hinterland’ını(Coğrafik ve kültürel etki alanı) ayağa kaldırdı.

Afrika’nın batısından, Bosna’dan tutun da ta Doğu Türkistan’a ve Hint okyanusundan Sibirya’ya kadar yer yerinden oynadı.

O tarihi geceyi tüm televizyonlardan duygu sellerine kapılarak doyasıya heyecanla izledik ve yaşadık.

Bu manzara karşısında insanın gözlerinin yaşarmaması mümkün mü?

Türkiye’nin galibiyeti karşısında bu kadar geniş coğrafi kuşağın, sanki kendileri galip gelmiş gibi ayağa kalkması, hepimizi bir daha bir daha düşündürmelidir.

Hangi bağlar böyle göz yaşartıcı manzaraları gözümüze sokarcasına oluşturuyor.

Kabul etsek de etmesek de Türk milletine gönül bağıyla bağlı olan halkların ve bölgelerin ayağa kalkmasıdır bu durum.

Başsızlığa, sahipsizliğe, sömürüye, ezilmişliğe, horlanmışlığa, zulme, dışlanmışlığa, başarıya susamışlığa bir çığlıktır bu.

Hangi ülkenin böyle bir başarısı karşısında, milyarlarca insan ve bu kadar geniş coğrafyada ilgi uyandırıyor, kutlanıyor bir örneği var mı?

Almanya’nın mı, Fransa’nın mı, İngiltere’nin mi, Rusya’nın mı, Çin’in mi,  ABD’nin mi kimin? (İsmail Sarıçay. Millilerimiz Hinterlandımızı Ayağa kaldırdı. Balıkesir Politika gazetesi: 30 Haziran 2008)

 Peki, bu örnek bile bizim şapkalarımızı önümüze koyup bir defa değil binlerce defa düşündürmesi gerekmez mi?

Türk milletinin sahip olduğu, ancak bizim görmek istemediğimiz potansiyel gücümüzün bir göstergesi değil mi bu manzara.

Eğer bizler bu potansiyeli değerlendirme becerisini gösterebilseydik, Türkiye’nin bu günkü ekonomik, sosyal ve askeri gücü de, etkisi de bambaşka olurdu.

Böylece Türkiye’ye karşı kötü niyet besleyenler de on kere değil bin kere düşünmek zorunda kalırlardı.

Ancak biz maalesef hiçbir zaman bunları değerlendiremedik. Çünkü büyük düşünemedik ve büyük ideallere yelken açmadık. 

                                                                                                 
DEVAM EDECEK

                                                    Politika gzt.yay.tar. :30 Temmuz 2012                  

<<Ana sayfa