KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN’DAN FRANSA
KRALINA 2. MEKTUP:
Kanuni’nin
Fransuva’ya 2. mektubu da Fransa’da halka açık
yerlerde, kadın erkek karışık dans edilmesi
üzerine gönderilmiştir.
Kanuni bu
mektubunda Fransuva’ya aynen şöyle yazıyor.
"EY Fransa Kralı FRANSUVA!”
”Elçimden
aldığım habere göre sizin ülkenizde adı dans
olan, kadın ve erkek arasında münasebetsizce
oynanan bir oyun ortaya çıkmış.
Bu
mektup eline geçtiği anda ya bu rezil oyunu
hemen yasaklarsınız ya da ben gelir ülkenizi
başınıza yıkarım”.
Mektuplardaki satırları okurken
Osmanlının gücünü ve iradesini bütün
çıplaklığıyla görüyorsunuz.
Mektubun sonucu mu?
Sonuç Kanuni'nin bu mektubundan
sonra Fransa'da 100 yıl kadın erkek bir arada
dans edilmemiştir.
DEDE KORKUT:
Türklerin cihan hâkimiyeti ideali Dede Korkut
hikâyelerinde de şöyle ifadesini bulmuştur.
“Korkut ata, şunu bilir,
söylerdi,
Çağlardan çağlara ilan eylerdi.
Hakanlık yeniden ahir zamanda,
Kayının dışında olmayacaktır.
Ahir zaman gelip kıyamete dek,
Kimse ellerinden almayacaktır.
Bu dediği, Sultan Osman neslidir!
Sürüp gider… Kayı boyu aslıdır…”
(Yusuf
Akgül. Dede Korkut destanı s7. Kurgan Edebiyat
Berikan yayınevi 2012 Ankara)
FATİH SULTAN MEHMET:
Fatih Sultan Mehmet Han ise Cihan
hâkimiyeti idealini vurgulamak için “Yeryüzü
tek millet, İstanbul da merkez olmalıdır”
demiştir.
Görülüyor ki hemen hemen bütün hakan ve
padişahların ideali, her zaman cihan
hâkimiyetini gerçekleştirme yolunda
olmuştur. Bunları söz ve davranışlarıyla ifade
etmekten de çekinmemişlerdir.
Hayatları boyunca bunun için çalışmışlar, buna
inanmışlar ve bu uğurda olağanüstü mücadeleler
vermişlerdir. Bu mücadelelerde zaman zaman
sıkıntılar ve başarısızlıklar görmüşlerse de
azim ve kararlılıklarından asla
vazgeçmemişlerdir.
İstanbul bu inanç, kararlılık, azim ve iradenin
eseri olarak fethedilebilmiştir. Yoksa
İstanbul’u birçok devlet defalarca kuşatmış,
yıllar süren mücadeleler vermiş, fakat hiç biri
alamamıştır.
YAVUZ SULTAN SELİM HAN:
Yavuz Sultan Selim Cihan hâkimiyeti idealini şu
veciz sözüyle özetlemiştir. “Dünya iki
padişaha dar gelir”.
Hatta Rodos adasının fethi için tavsiyede
bulunanlara “Ben cihangirliğe alışmış iken,
siz himmetimi küçük bir ada olan Rodos’un
fethine mi hasretmek istiyorsunuz”.
“Gönül ister ki, Afrika’nın
kuzeyinden Endülüs’e çıkayım ve sonra Balkanlar
üzerinden tekrar İstanbul’a döneyim!”
Yavuz Sultan Selim Han, cihan hâkimiyeti
ideali için sabahlara kadar dünya haritası
üzerinde düşünür, planlar yapar, dua eder, çoğu
zaman dünya haritasının üzerinde uyur kalırmış.
Yine bir gün Yavuz Sultan Selim dünya haritası
üzerinde çalışırken uyuyup kalır. Rüyasında bir
grup insan gelir. İçlerinden birisi öne çıkarak,
ben Hz. Ali’yim diyerek önce kendisini tanıtır.
Sonra yanında bulunanları sırasıyla, bu Hz. Ebu
Bekir, şu Hz. Ömer, şu da Hz. Osman diyerek tek
tek tanıtır. Sonra kendilerinin Allah resulünün
temsilcileri olduklarını ve Allah resulünün size
bir davetini getirdik der. Yavuz Sultan Selim’e
Hz. Ali Peygamberimizin şu davetini iletir. “Yavuz
Selim Kalkıp gelsin, kutsal
toprakların hizmeti ona verilmiştir”.
Aynı rüyayı aynı gece kapı ağası Hasan Ağa’nın
da gördüğü kayıtlara geçmiştir.
Hasan Can, Yavuz’un uykudan uyandıktan sonraki
halini şöyle anlatmıştır. Padişahın mübarek yüzü
kızardı ve gözlerinden sevinç gözyaşları
boşanarak; "Ey Hasan
Can! Sana demez miyiz biz, Allah tarafından bir
tarafa me'mûr olunmadıkça hareket etmeyiz.”
Yavuz Sultan Selim’in bu rüyası üzerine Mısır
seferine karar verdiği birçok tarihi yazılı
kaynaklarda belirtilmiştir.
Yavuz Sultan Selim Mısır seferine giderken Sina
çölünü geçmesi gerekiyordu. Sina çölünün normal
şartlarda yaya geçilmesi mümkün değildi. Atların
bile kanının kaynadığı, zor yürüdüğü bu çölde
Yavuz Sultan Selim bir anda atından inip
yürümeye başlar.
Askerler buna bir anlam veremezler. Padişah
atından niye indi diye birbirlerine sormaya
başlarlar.
Bunun üzerine Yavuzun Sultan Selim’in en
güvendiği adamı ve arkadaşı olan Hasan Can’a bu
durumu Padişaha sormasını isterler.
Hasan Can, gidip Yavuz'a bu halin neyin nesi
olduğunu sorar.
Yavuz Sultan Selim: "Hasan görmüyor musun;
önümüzde Allah Resulü peygamber Efendimiz
yürüyor, o yürürken ben nasıl at üzerinde
gidebilirim?" der.
Bu ifadeler Türklerin Allah tarafından Nizam-ı
âlemi düzene sokmakla görevli olduklarına
inanmalarının açık örnekleridir.
Zamanın birçok Arap düşünürü de
ittifak etmişçesine “Selçukluların ve
Osmanlıların iyi idareleri sayesinde dünya
nizama kavuştu, İslam’ın sancakları kuvvet
buldu. Ancak Selçuklu ve Osmanlı hanedanın
devletleri zayıflamaya yüz tutunca da
memleketlerin ma’muriyeti ve halkın asayişi
bozuldu” derken Türklerin cihana nasıl
huzur, düzen ve güvenlik getirdikleri yabancılar
tarafından bile ittifak halinde dile
getirilmiştir.
Padişahlar cihan hâkimiyeti idealini
gerçekleştirmek için yaptıkları savaşlardan önce
de şöyle dua ederlerdi.
“Ya Rabbi bu ordu senin ordundur, onu koru ve
düşmanlarına karşı muzaffer kıl”.
Bütün bunlar gösteriyor ki, Türk cihan
hâkimiyeti ideali, Türklerle beraber doğmuş,
Türkler Müslüman olduktan sonra da bütün
canlılığı ile yaşamış ve sadece adı değişerek “İ’lay-i
kelimetullah” olmuştur.
Türk hükümdar veya Padişahlarına dünyanın birçok
yerinde “Cihan padişahı”, “Allah’ın
gölgesi”, “Allah’ın vekili” gibi unvanlar
verilmiştir.
Son Türk devleti olan Türkiye Cumhuriyetinin
kurucusu Mustafa Kemal Atatürk de cihan
hâkimiyeti idealini şu sözleriyle ifade
etmiştir.
Politika gzt.yay.tar. :18 Haziran
2012
DEVAM EDECEK