İSMAİL SARIÇAY
e-mail: isaricay@gmail.com
Yıllardan beri girmek için can attığımız,
uğruna nice mesailer harcadığımız şu AB’nin (Avrupa Birliği) son tavrı,
tarihi bazı gerçekleri gözler önüne sermiştir.
Son Kıbrıs görüşmelerinin sonuçsuz
kalması, Avrupa Birliğinin bilinç altındaki bazı gerçeklerin ortaya
çıkmasını sağlamıştır.
AB yetkilileri, sanki Kıbrıs problemini
çıkaran Rumlar değil de, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve Türkiye’ymiş
gibi tehtitvari söylem ve demeçler vermeye başlamışlardır.
Neymiş efendim, Türkiye istenen tavizleri
vermezse yada verdirtmezse, Türkiye Kıbrıs’ta işgalci durumuna düşecekmiş.
Avrupa Birliği topraklarının bir kısmını işgal etmiş sayılacakmış. Buna
kargalar bile güler.
Öncelikle herkesin şunu iyi bilmesi
gerekir ki, Kıbrıs’ta bir işgal olayı varsa, oda Rumlar tarafından
yapılmak istenen işgaldir. 1974 yılında Rumlar bir oldu bitiyle bütün
Kıbrıs’ı işgal etmeye kalkışmıştır. Bunun üzerine Türkiye, Rum işgaline
son vermek için oraya gitmiştir. O gün, bu gündür herkesin şahit olduğu
gibi adaya barış hakim olmuştur.
Hem 1960 yılında Türk ve Rumlar arasında
yapılan, ortak devleti içeren anlaşmada belirtildiği üzere, üç garantör
devletten biri olan Türkiye’nin onaylamadığı hiçbir uluslararası kuruluşa
üye olamayacağı belirtilmesine rağmen, bu kuralı ihlâl ederek Güney Kıbrıs
Rum kesimini AB’ye alacaksınız, hem de Türkiye işgalci duruma düşer
diyeceksiniz.
Bu apaçık tehdittir, şantajdır. Böyle
tehdit ve şantajlar, her şeyden önce, ne dostluğa, ne ortaklığa, ne de
müttefikliğe sığar.
Otuz bin vatandaşımızın öldürülmesine ve
yüz milyar dolar dolaylarında maddi kayba neden olan terörist başının,
tekrar yargılanmasını isteyen AİHM’nin(Avrupa insan hakları mahkemesi)
aldığı karar da, yine art niyetle alınan bir karar niteliği taşımaktadır.
Çünkü Terörist başının yargılandığı dönemde, bütün Avrupa ve kuruluşları,
yargılamanın oldukça şeffaf ve adaletli olduğunu söylüyorlardı.
Ne oldu da şimdi, yargılamanın hatalı
yapıldığı ve tekrarlanması gerektiği sonucuna varıyorlar. Burada da
Kıbrıs’ta istediklerini kabul ettiremediklerinin faturasını bize çıkartmak
istedikleri anlaşılıyor.
Ülkemizin düştüğü ekonomik krizi fırsat
bilerek, kimin tarafından finanse edildiği ve kimin menfaatlarını koruduğu
herkesçe belli olan Dünya bankası da, Türkiye’den desteğini çekebileceğine
ilişkin bazı açıklamalar yapmıştır. Bu tip açıklamaların aynı zamana
gelmesi acaba bir rastlantı mı?
Bu açıklamalar, dikkat edilirse Türkiye
Büyük Millet Meclisinin savaşa geçit vermeyen teskereyi reddetmesinden ve
Kıbrıs görüşmelerinin olumsuz sonuçlanmasından sonra ortaya çıkmıştır.
AB, AİHM ve Dünya bankasının bu tutumları
gösteriyor ki, eğer Türkiye ileride AB, ABD, İMF vb ülke ve kuruluşların
hilafına bazı kararlar alma ve uygulama durumuna gelirse, ne gibi
engellerle karşılaşabileceğimiz hakkında bizlere bir hayli önemli
ipuçları vermektedir.
Ülkemizin bu tip kuruluş ve ülkelere
ekonomik kredi için avuç açtığı müddetçe, bu kuruluşların üzerimizde
hegemonya kurma istekleri de bitmeyecektir.
Bizler ne zaman ki, diğer bazı ülke ve
kuruluşlara, borç para için el açar durumdan kurtulur, kendi ayaklarımız
üzerinde durabilirsek, bu tip kuruluş ve ülkelerden bağımsız olarak kendi
kararlarımızı kendimiz verebiliriz.
Aksi taktirde, alacağımız her karara ve
yapacağımız her türlü yatırıma da, harcamaya da karışırlar.
Atalarımız, bakın bu gibi durumları, dört
kelimeyle ne güzel ifade etmiş.
“Borç alan, buyruk alır”.
<<Ana saysaya dön