İSMAİL SARIÇAY

E-Posta: isaricay@gmail.com

 AHİLİK-4

 AHİ BİRLİKLERİNİN YAPISI:

Madde ile manayı birleştiren ve tamamen insani temelli yapıya sahip olan Ahilik, Cihan devleti olan Osmanlının da kuruluş felsefesini oluşturmuştur. Ahiler çatışmacı değil, hoşgörülü,  kucaklayıcı, birleştirici ve dayanışmacı bir ruh yapısına sahiptiler.

Ahi Birliklerinin başta gelen amaçları; Zengin ile fakir, üretici ile tüketici, emek ile sermaye, millet ile devlet, kısaca toplumun bütün fert ve kurumları arasında iyi ilişkiler kurarak herkesin huzur, refah ve güven içinde yaşamasını sağlamak olmuştur.

Bu nedenle Ahilik denilince esnaf, esnaf denilince de ahilik akla gelirdi.

Ahilikte el işçiliği, sabır gerektirdiği, vurgun peşinde koşturmadığı, dilenciliğe yer bırakmadığı, ifrattan ve tefritten uzak tuttuğu için övülmeye değer, geçim yolu olarak kabul edilmiştir.

Ahi birlikleri, başlangıçta debbağ, saraç ve kunduracıları kapsayan bir teşkilat olarak ortaya çıkmış olsa da, sonradan daha da gelişerek bütün esnafı ve üye olmak isteyenleri bünyesinde toplayan çok yönlü sosyal ve ekonomik bir kuruluş haline gelmiştir. Yerleşim birimlerinde her sanat kolu için ayrı ayrı birlikler kurulmuştur. Bu birlikler arasındaki ilişkileri, “Büyük meclis” adı verilen Ahi temsilcilerinin oluşturduğu bir kurul sağlamıştır.

Selçuklu devletindeki bütün esnaf ve sanatkâr birlikleri, Kırşehir de bulunan Ahi Evran Zaviyesine(küçük tekke) bağlanmışlardır. Ahi Evran’dan sonra şehirlerdeki Ahi birliklerinin başına geçenlere Ahi Baba denirdi. Bu gün şehrimizde bulunan Esnaf ve sanatkârlar Odaları birliğinin başkanı Sayın Mesut Aşanel Ahi baba yerindedir.  Ahi Babalar, Ahi Evran’nın halifesi sayılırlardı.

 Her Ahi birliğinin, orta sandığı, esnaf vakfı, esnaf kesesi veya esnaf sandığı denilen karşılıklı yardımlaşma ve sosyal güvenlik sandıkları vardı.

Teşkilat bu yardım sandıkları vasıtasıyla üyelerine sosyal güvenlik sağlar, onları tefecilerden korur ve hammadde temin ederdi.

Her esnaf kolunun ayrı bir yönetim kurulu vardı. Bunlar altı kişi olduklarından altılar adı ile de anılırlardı. Yönetim kurulu başkanına da “Esnaf Şeyhi” denirdi.

Esnaf şeyhi; Esnafın mesleki problemlerini halletmek, esnaf orta sandığını idare etmek, yamak, çırak, kalfa, usta ve ahiliğe giriş törenlerini düzenlemek, esnafı toplantıya çağırmak gibi birçok görevleri vardı.

 Ahi birliklerinde kurulan denetim ve ceza sistemi ile üyelerin meslek ahlakına uygun tutum ve davranış içinde bulunup, bulunmadıkları, teşkilat idarecileri tarafından sıkı bir şekilde denetlenirdi. Kurallara aykırı hareket edenler, kendilerine ders ve etrafa da ibret olacak şekilde cezalandırılırdı.

Daha da önemlisi bu gün hepimizin bildiği gibi birçok ülkenin en büyük sorunu istihdamdır.  Yani işsizliktir. İşte Ahilik teşkilatları daha o zaman bu problemi kendi aralarında kolayca çözerlerdi.   İşsiz olanlara hemen sahip çıkarlar onlara iş bulurlardı. Hatta diğer Türk illerinden gelen sanatkârların ellerinden tutarak onları da işsiz bırakmazlardı.

Ahiler sanat ya da meslekleri için gerekli ham Madde sağlanmasından tutun da onun işlenişine ve satışına kadar, her aşamayı inceden inceye kurallara bağlamışlardır.

Bu durum hem meslek sahipleri arasındaki, hem haksız rekabet, hem de üretici-tüketici arasındaki ilişkilerde haset ve kavga gibi sürtüşmeleri de ortadan kaldırıyordu.

Burada İstanbul’un fethinden önce Fatih Sultan Mehmet’in tebdili kıyafet ederek esnaftan alış veriş yapmak istemesi karşısında esnafların gösterdiği örnek davranışı örnek verebiliriz.

Bilindiği üzere Fatih Sultan Mehmet(Fatih Olmadan önce) Halkın birlik ve beraberliğini, dayanışmasını görmek için, bir gün bir bakkala girip, bir miktar un almak ister.

Bakkal yeni müşterisine şöyle der; ”Kardeşim ben sabah siftahımı yaptım, var git şu yanımdaki komşum daha siftah yapmadı, un’unu ondan al” diye karşılık verir.

Başka bir gün yine, yolu üzerinde rastladığı peynirciye girer. Ondan da bir miktar peynir tartmasını ister. Yine benzer bir davranışla karşılaşır. Esnafın, dolayısıyla halkın birbirine böylesine gönülden gelen dayanışma ve sevgisini gören Fatih, toplumunun bir fetih toplumu olduğunu daha iyi anlamış ve yanındakilere; “Halkımızın durumunu görüyorsunuz. Bu halkla ben değil Bizans’ı, dünyayı fethederim” der.

Evet, işte bu fetih toplumunu oluşturan halkın hazırlanmasında, Ahilik teşkilatının rolü büyük olmuştur.

Ahi örgütüne giren esnaf ve sanatkârlar, standartlara uymayan, düşük kaliteli, mal ve hizmet üreten, yalanla ve hileyle mal satmaya çalışan esnafa, asla müsaade etmez gerekli cezaları ayrım gözetmeden uygulardı. Üretilen malların kalitesini korumak, üretimi ihtiyaca göre planlamak, sanatkârlarda sanat ahlakını yerleştirmek, Türk halkını ekonomik yönden bağımsız hale getirmek için ne gerekiyorsa onu yaparlardı. Üretilen her türlü üründe en ufak bir hata ya da kalitesizliğe tahammül gösterilmezdi.

Birçoğumuzun bildiği güzel bir deyimimiz vardır.

 “Pabucunu dama atmak”.

Bu deyimin hikâyesi Selçuklu ve Osmanlı dönemindeki Ahilik Teşkilatı'na dayanır. Selçuklu ve Osmanlı döneminde, Ahilik örgütleri tarafından kusurlu malın, malzemeden çalmanın ve kalitesiz işçiliğin önüne geçmek için şöyle ilginç bir yöntem geliştirilmiştir. Örnek olarak ayakkabıcıları ele alalım. Ayakkabıcıların yaptıkları ayakkabıların kalitesiz ya da kusurlu çıkması durumunda, müşteri hemen yöresinin Ahilik teşkilatına başvururdu. Ahilik teşkilatındaki yöresel yetkili ve mal inceleme ekibi, hile yapan esnaf ve hileli ayakkabıyı alan müşteri, esnafın dükkânında halkın önünde toplanarak şikâyet konusu olan ayakkabıyı incelelerdi. İnceleme sonunda standartlara uymayan bir durum söz konusuysa malın ücreti müşteriye hemen orada hileyi yapan esnafa ödettirilirdi.

Ayakkabılar da ibret-i âlem olsun diye imal eden Esnafın dükkânının damına(çatısına) herkesin görebileceği şekilde atılırdı. Böylece halkın hileli ayakkabıyı uzun süre görmesi sağlanırdı. Ayakkabı İmalatçısı o ürünü kesinlikle damdan kaldıramazdı. Halk gelip geçerken damlara bakar ve kusurlu mal üreten esnafı ya da esnafları tanımış olurdu. Neticede damdaki hileli ürünleri gören halk o esnaftan kolay kolay alış veriş yapmazdı.

Böylece pabuçları dama atılan ayakkabıcı esnafı, hileli ürün ürettiğinden dolayı hem maddi ve manevi kazançtan mahrum kalır hem de itibarı zedelenirdi. Bu uygulamanın neticesinde gerçekten esnafın 'Pabucu dama Atılmış' olurdu.

İşte bu sözün hikâyesi budur. Bu uygulamayla hem hile, hurda önlenir, hem halk aldatılmamış olur, hem de kaliteden taviz verilmemiş olurdu.  Bu gün buna ne kadar ihtiyacımızın olduğunu söylemeye bile gerek yok sanırım.

DEVAM EDECEK

                       

Politika gzt.yay.tar. : 15 Ekim 2012                  

                                                                              

                                           

<<Ana sayfa