İSMAİL SARIÇAY
e-posta: isaricay@gmail.com
17 aralık 2004’de AB ile varılan çerçeve
anlaşmasına rağmen, 3 ekim 2005 tarihinde yapılması kararlaştırılan
ortaklık görüşmelerine başlanması gereken bu saatlerde, hala yeni yeni
şartlar ileri sürmeye başladılar.
Bu nasıl bir anlayıştır ki, her iki
tarafında mutabık kaldığı genel anlaşma kuralları dışında hiç de ilgisi
olmayan konular şart olarak masaya getirilmeye çalışılıyor.
Böyle bir durum ne uluslar arası hukuka
sığar nede ahlâka. Buna dense dense ikiyüzlülük (çifte standart) denir.
Hani tarihçiler tarafından sık sık ifade
edilen” Ruslarla yapılan anlaşmaların kâğıtları yere düştüğünde anlaşma
bozulur” ifadesi vardır ya, galiba bu söz tüm Avrupa içinde geçerli.
Daha önce AB’ye katılan ülkelerin
hiçbirine şart koşulmayan kıstaslar, Türkiye’ye karşı şart koşulmaya
başladı.
AB ile Ermenilerin ne ilgisi var.
Türkiye’ye deniliyor ki, Ermeni soykırımını tanı, komşularınla
problemlerini öncelikli olarak çöz öyle gel.
Madem birliğe kabul edilecek ülkelerin
komşularıyla ilgili pürüzleri çözülecekti de Rum kesimine, Yunanistan’a
vb. bu şartlar niçin ileri sürülmedi?
Olmayan ve sadece iddiadan ibaret Ermeni
soykırımını iddia edenler, Fransa’nın tescillenmiş Cezayir soykırımını
neden hiç gündeme getirmediler?
Ermenilerin Anadolu’da ve çok yakında
Azerilere karşı Hocalı ve diğer Azeri kentlerinde yaptığı soykırımları
niçin görmezden gelirler dersiniz?
Öyle anlaşılıyor ki, bu açıktan
söylenmese bile, AB ülkeleri Hıristiyanlığın hamiliğini yapmaya
çalışıyorlar. Yani modern haçlı ruhunun bir yansımasıdır bütün bunlar.
Öyle bir manzara oluşturuluyor ki, sanki
galip devletlerle mağlup devletler arasında bir anlaşma yapılıyor.
Bilindiği gibi savaş sonrası
anlaşmalarda, mağlup devletlerin her hangi bir şart koşma gücü yoktur.
Bütün şartları galip taraf belirler.
AB ülkeleri de kendilerini galip,
Türkiye’yi mağlup olarak kabul ediyor galiba.
Eğer yapılan anlaşma bir ortaklık ise, bu
ortaklıkta her iki tarafında şartlarının, ortak bir noktada buluşmasıyla
ortaklık gerçekleşir. Aksi takdirde böyle bir ortaklık söz konusu bile
olamaz.
Baksanıza Avusturya’nın yaptıklarına. Bu
konuyla ilgili Avusturya basınında ilginç yazılar çıkıyor. Deniyor ki, “Türkleri
1683’te Viyana kapılarında biz durdurduk, yine AB kapısında da Türkleri
ancak ve ancak biz durdururuz. “
Bu felsefeden hareket eden Avusturya,
Türkiye’nin önüne olmadık engeller çıkarmaya çalışıyor. Türkiye’yi AB’ye
alma yerine imtiyazlı ortaklıkta diretiyor.
Yani Türkiye’yi kendimizden ne
uzaklaştıralım nede içimize alalım. Ancak kontrolümüzden de çıkarmayalım
denmektedir. Her zaman AB’nin pazarı olarak kalsın yeter.
Türkiye olarak bu zamana kadar AB’ye
alternatifler maalesef oluşturamadık. AB ülkeleri de bunu gayet iyi
biliyorlar. Onun için bizleri iteleyip kakalayıp duruyorlar.
Bütün Ab ülkeleri burnumuzun dibindeki
ülkelerle büyük çapta ekonomik ve ticari ilişkiler kurarken, biz
burnumuzun dibini hiçbir zaman dikkate almadık, görmedik.
Tüm avantajlarımıza rağmen anlamsız korku
ve endişelerle tarihsel ve kültürel coğrafyamızdan daima uzak kaldık.
Bizim uzak kaldığımız yerlere de
sömürgeci ve emperyalist güçler gelip çöreklendiler. Bizleri de oralardan
uzak tutmak için her türlü tezgâhı kurdular ve oyunlarını oynadılar.
Oynamaya da devam ediyorlar.
Tüm bunların sonucu, tek yönlü bakmaktan
çevremizi görmeye fırsat bulamadığımız gibi, her zaman uluslar arası
platformlarda da yalnız kaldık. Çok yakın hatta kardeş bildiğimiz ülkeleri
bile, yanımızda bulamadık.
Eğer Türkiye olarak biz
alternatiflerimizi oluşturabilir ve büyük bir ekonomik güç olabilirsek,
bizim AB’ye değil, AB’nin bize muhtaç olduğunu göreceğiz.
NOT: Tüm halkımızın yarın başlayacak olan
Ramazan ayını kutluyorum.
<<Ana sayfaya dön