YAZARLAR

ÇEVRENİN İMHASI

                                 İsmail SARIÇAY                                                            18 NİSAN 2006

                                 e-posta: isaricay@gmail.com

Çevre denilince hepimizin aklına yaşadığımız, ekmeğini yediğimiz, havasını teneffüs ettiğimiz, gezdiğimiz, sularını içtiğimiz ve hayat bulduğumuz yerler aklımıza gelir.

Yıllarca önce Akdeniz sahillerimizde nükleer atık da içeren bir geminin batmasıyla çevre konusunda uyanmaya başladık.

Daha sonra Karadeniz sahillerine ücretsiz dolgu maddesi veriyoruz diye dökülen tehlikeli atıkların daha sonra farkına varmıştık.

O günlerde bu atıklar üzerinde tartıştık, yazdık, çizdik, sivil toplum kuruluşları çeşitli gösterilerde bulundu ama her zaman olduğu gibi unutuldu gitti.

Bizim çevreyle ilgili çok güzel sözlerimizde vardır. Medeniyetin ölçüsü temizliktir, temizlik imandandır vb. gibi. Ama ne çare tüm bunlara rağmen hayatımızı zehir edecek her türlü kirletme eyleminden de bir türlü vazgeçmeyiz.

Sokaklarımız, caddelerimiz hatta şehirlerarası yollarımız bile bu konuda ne kadar vurdumduymaz ve geri olduğumuzu haykırıyor.

Esefle izlediğimiz üzere, bu günlerde İstanbul Tuzlada toprağa gömülmüş onlarca tehlikeli atık içeren variller ortaya çıktı.

Çevreye tehlike saçan bu atıklar günümüzün yine gündem maddesi oldu.

Yarın yine unutulup gidilecek. Ne zamana kadar?

Yine böyle bir tehlikenin ortaya çıkmasına kadar.

Bunları kimin ya da kimlerin yaptığından çok, çevre bilincimizin bu kadar kötü tecrübeye rağmen hala gelişmediğinin ispatıdır tüm bunlar.

Ayrıca bütün bu gelişmeler hala bilerek veya bilmeyerek çevremize zarar vermeye devam ettiğimizin delilleridir.

Fabrika kuruyoruz, atık tesisi yapmak yerine, atık maddeleri gelişigüzel yerlere döküyoruz.

Bir taraftan insanlara hizmet ediyoruz, diğer taraftan insanların kaliteli yaşama hakkını tehlikeye sokuyoruz.

Sanki işletmemizin bir görevi de yaşadığımız ve tüm nimetlerinden faydalandığımız çevremizi intikam alırcasına imha etmektir.

Yaptığımız hataların bir gün mutlaka bize geri döneceğini, biz etkilenmesek bile çocuklarımızın ve torunlarımızın etkileneceğini hiç aklımıza getirmiyoruz.

Görevlerimizden biri de çevremizi imha etmekmiş gibi, elimizden ne geliyorsa geri bırakmıyoruz.

 Eskiden hep büyüklerimizden duymuşuzdur. Derya ve Akarsu kir tutmaz, Su kırk taştan sonra temizlenmiş sayılır gibi sözler duyardık.

Şimdi o deryaların ve akarsuların birçoğu bırakın kiri, lağım suları haline dönüşmüştür.

Liman şehirlerimize ya da önceden pırıl pırıl olan çeşitli kıyılarımıza, akarsularımıza gidin denizin ve akarsuların kir tutup tutmadığını görün.

 Her gün basın ve yayın organlarında çarşaf çarşaf yazı ve resimlerde denizlerimizden çıkan yabancı maddeleri görüyor ve üzülerek izliyoruz.

Birçoğumuz hatırlar.  Bundan yirmi, yirmi beş yıl önce dağlara çıkıldığında şırıl şırıl akan dereleri görünce dayanamazdık. Hemen avuçlarımızla ya da boylu boyuna eğilip su içerdik.

Birçok derede balıklar olurdu. Oralardan balıklar tutar piknikler yapardık.

Peki, ne oldu bu kadar güzelliklere ve canlılığa?

Ne acıdır ki o cennet gibi çevremizi kendi ellerimizle imha ettik.

Bu gün piknik yapacak doğru dürüst ne bir su kenarı, nede bir ormanlık ve ağaçlık alan bıraktık.

Nereye gidersek gidelim, ister su kenarı, ister ağaçlık ya da ormanlık her taraf çör çöp içerisinde kalmıştır.

Su kenarlarına gidiyorsunuz, akarsuların içinde naylon poşetten tutunda, içki şişeleri, gazete kâğıtları, yenilen içilen yiyecek artıkları, hatta insan pislikleri her tarafı kaplamış durumda.

Bizler çevremize hayat hakkı tanımaz imha etmeye çalışırsak, elbette çevremizde bize yaptığımızın faturasını önümüze koyacak ve ağır şekilde ödetecektir.

<==Anasayfa