Türkçemizde
bir söz vardır hani. “Damarına basmak” diye.
Damarına basmak, kişinin,
toplumun veya bir ülkenin zayıf taraflarına dokunarak onu kızdırmak,
sinirlendirmek, can noktasından vurmak anlamına gelir.
Çünkü bu söz
konuşulanların ya da yapılan uygulamaların birilerinin niyetlerini ve
gocunduğu alanların ortaya çıkmasını sağlaması bakımından da önemlidir.
Özellikle son günlerde
terör örgütü PKK’nin saldırıya geçmesi ve cinayetler işlemesi karşısında
sesini çıkarmayan hatta örtülü destek anlamına gelen tavırlarda bulunan
ABD’nin, son bir iki gün içinde PKK politikasında bir anda önemli
değişiklikler göze çarpmaya başladı.
ABD yetkilileri, PKK
konusunda hemen acil tedbirler almayı düşünüyoruz gibi açıklamalar yapma
lüzumunu hissettiler.
Bu konuda sizin
yanınızdayız, sizin hassasiyetlerinizi paylaşıyoruz demeye başladılar.
Alelacele böyle
açıklamalar yaptıklarına göre, “damarlarına bastık” galiba.
ABD Dışişleri Bakanı
Condoleezza Rice'ın, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ü arayarak, "PKK işinin
vahametini anladık(nihayet!), Kuzey Irak'a siz müdahale etmeyin, biz
gerekeni yapacağız.
Bu durumun böyle
sürmesine kesinlikle müsaade edilemeyeceğini, ne gerekiyorsa bunun
yapılacağını ve bu konuda kararlı olduklarını
" ifade ettiği açıklandı.
Peki, yıllardan beri
Türkiye’ye bu konuda söz verdikleri halde devamlı oyalayan ve ipe un seren
Bush yönetiminin bu politika değişikliği nereden kaynaklanıyor?
Hemen belirtelim.
Son günlerde basında
geniş şekilde yer alan haberlerde, Türkiye’nin İran ile PKK konusunda
anlaştığı haberleri yazılmaya başladı.
Türkiye’nin de hedefinde
bulunan kandil dağının İran tarafından bombalandığı geniş şekilde ifade
edildi.
Hatta Türk ve İran tarafı
ortak operasyonlara bile başladı gibi haberler ABD yönetiminin can damarına
basmaya yetti.
Türkiye’nin PKK konusunda
ABD dışında yeni ittifaklar oluşturabileceği ve oluşturduğu anlamına da gelen
bu haberler ABD yönetiminin paçalarını tutuşturdu.
Hele ABD’nin hedefinde
bulunan İran gibi bir ülkeyle yapılabilecek böyle bir işbirliği ve ittifak,
ABD’nin Ortadoğu planlarını altüst edebilecek bir gelişmenin de işareti
olarak algılanmasına yetti.
Uzun zamandan beri
defalarca ısrarlarımıza rağmen oradan olmayan ve duymazlıktan gelinen
isteklerimiz nasıl olduysa bir anda anlaşılıverdi.
Yıllardan beri
askerlerimizi ve vatandaşlarımızı haince şehit eden ve katleden hain terör
örgütüne karşı en ufak bir tedbir almaya bile lüzum görmüyorlardı.
Çünkü Türkiye’nin kendi
iç sorunlarıyla ve terörle uğraşması onların çıkarları açısından bulunmaz
fırsatları sunuyordu.
Böylece Türkiye’nin
kontrol edilmesi de kolay oluyordu kendi açılarından.
Terör ve kendi içindeki
problemler dolayısıyla sıkışık bir Türkiye’nin her zaman her alanda
kendilerine muhtaç olacağını da biliyorlardı.
ABD ve genelde batı,
Türkiye’nin hiçbir zaman kendi kontrollerinden çıkmasını istememişlerdir ve
istememektedirler.
Bunu da çeşitli
vesilelerle birçok batılı diplomat açıkça ifade etmiştir.
Çünkü bugün gizli ya da
açık bütün sömürdükleri bölge ve ülke halkları, Türkiye’nin coğrafik ve
kültürel bakımdan kardeş olduğu halklardır.
Türkiye’nin bağımsız
hareket etmesi halinde bu bölgeleri doğrudan ya da dolaylı olarak
etkileyebileceği endişesindedirler.
Böyle stratejik bir
yapılanmanın neticesinde, yakın gelecekte Türkiye’nin bütün alanlarda her
türlü gücü eline geçirebileceğini düşünmektedirler.
Onun için Türkiye’nin ya
kendi kontrol ve yanlarında olmasını ya da hiç kimsenin yanında olmamasını
sağlama çabasındadırlar.
Çünkü İslam ülkeleri
arasında kendilerine engel teşkil etme kabiliyeti olan yegâne ülke Türkiye
olduğu konusunda hemfikirdirler.
Her bakımdan güçlü bir
Türkiye’nin, başta ABD ve AB ülkeleri olmak üzere, bölgemizde güç mücadelesi
verenlerin damarlarına basmamız anlamına gelir.
Onun için Türkiye’nin
hinterlandıyla barışması ve işbirliğine girmesi kesinlikle istenmemektedir ve
kendi çıkarları için tehlikelidir.
Evet, tüm bu nedenlerle
bizim damarlarımıza basıla basıla ezilmedik damarımız kalmadı.
Her zaman onlar bizim
damarımıza basacak değil ya, birazda biz onların damarına basalım.
<==Anasayfa