GÜÇLÜYÜM İSTEDİĞİMİ YAPARIM

İSMAİL SARIÇAY

E-posta: isaricay@gmail.com                                                                  

             Dünyanın pek çok yerinde insanların en doğal hakları olarak, yaşama, eğitim, düşünme ve düşündüğünü ifade edebilme, beslenme, seyahat vb. haklarından  sıkça söz edilir.

İnsanların insanca yaşayabilmeleri için, sahip olması gereken bu hakların  hepsine birden biz insan hakları da diyoruz.

Peki bütün insanlar bu doğal haklarından yeterince istifade edebiliyor mu? Buna evet demek tabi ki safdillik olur.

Fakat her nedense insan haklarından sıkça bahsedenler, dünyada en çok insan haklarını ihlâl edenlerdir.

İnsan haklarını en çok ihlâl edenlerin  başında da bu günün güçlüleri yada güçlü ülkeleri gelmektedir.

Irak’a bakıyoruz hiçbir suçu olmayan insanlar evleriyle birlikte günümüze kadar geliştirilmiş silahların en şiddetlisiyle topluca yok ediliyor.

Filistin’e bakıyoruz on yıllardan beri çoluk çocuk demen katliam yapılıyor kimse dur diyemiyor.

Çeçenistan’a bakıyoruz, Çeçen halkının dörtte biri acımasızca öldürüldü ve öldürülmeye devam ediliyor, yine insan hakları şampiyonlarından ses çıkmadı ve çıkmıyor.

Kendini medeni kabul eden Avrupalıların gözleri önünde Boşnaklar topluca katledildi sesler yine çıkmadı yada çok cılız çıktı.

Peki topluca katledilen bu insanlar, yoksa insan olarak kabul edilmediği için mi görmezden geliniyor?

Yoksa güçlülere karşı haklarını istedikleri için mi, onların haykırışları kulak arkası ediliyor ve insan haklarından mahrum bırakılıyor?

Yoksa bizim bilmediğimiz, güçlüler her türlü insan haklarına sahiptir, zayıfların böyle bir haktan bahsetmeleri bile söz konusu değildir gibi, bir uluslararası sözleşme filan mı vardır?

Çünkü katledenlere baktığımızda, hepsi de ya bu günün güçlüleri yada güçlülerle birlikte olanlardır.

Yoksulların, mazlumların ve  ezilenlerin kaderi yine aynı. Değişen hiçbir şey yok. Her türlü insan haklarından dünde mahrumdular, bu gün  yine mahrumlar.

Güçlüler ise her zaman olduğu gibi, yine ben güçlüyüm, istediğimi yaparım, kuralları ben koyarım, diğerleri uyar mantığına devam etmektedir.

Yani benim haklarım söz konusu olduğunda, başkalarının hakları ihlâl edilebilir yada onların hakları söz konusu değildir gibi sakat bir mantık çalıştırılmaktadır.

Bu durum ilk çağlarda da böyleydi. Değişen ne oldu o zaman. O gün belki insan haklarından söz edilmiyordu, bu gün ise sadece söz ediliyor olması mıdır?

Güçsüzler, yine insan haklarından mahrum, her çağda olduğu gibi yine yiyecek ekmeğe, sağlığa, ilaca, eğitime, düşünme ve düşündüğünü ifade etme hürriyetine vb. her şeye muhtaç.

 Günümüzde, dünyanın çeşitli bölgelerinde güçlülerin çeşitli çıkar hesaplarıyla insanlar ya birbirine kırdırılmakta, toprakları işgal edilip vatanlarından sürülerek, kendi öz vatanlarında yaşama haklarından bile mahrum bırakılmaktadır.

Ne acıdır ki, yirmi birinci yüz yılda bile bu toplu insan hakları gasplarının  önüne bir türlü geçilememektedir.

Hem de yirmi birinci yüzyılın bilim çağı, insan hakları çağı, medeniyetin zirveye çıktığı çağ olarak kabul edilmesine rağmen.

Bir defa insan haklarından  mağdur olan veya mağdur eden kim olursa olsun, insan hakları konusunda hassas olanlar ve insan hakları kuruluşları aynı hassasiyeti göstermek zorundadır.

İnsan haklarından mahrum bırakılan, benim düşüncemden, benim halkımdan, benim dinimden, benim rengimden değildir diyerek göz ardı edip, dar bir mantıktan değerlendirilmemelidir.

Kimin hakları ihlâl edilirse edilsin şunu söyleyebiliyor muyuz?

Kendime ve yakınlarıma yapılmasını istemediğim bir şeyi başkasına yapılmasını da istemiyorum. 

Sanıyorum en doğru ölçü bu olacaktır.

05.10.2004