HER SARSINTIDA DÖKÜLÜYOR VE ÇÖKÜYORUZ
İSMAİL SARIÇAY
E-posta: isaricay@gmail.com
Ne zaman ki ülkemizde, Rihter ölçeğine göre şiddeti 6 veya daha büyük bir deprem olsa, en yeni binalarımızın bile bir çoğu tuzla buz oluyor.
Vatandaşlarımız maalesef, en ufak bir sallantıda yıkılan ve moloz yığını haline gelen binaların enkazları altında kalarak can veriyor.
Bizim gibi deprem kuşağında bulunan, Japonya vb. bir çok ülkede, depremlere karşı önemli ölçüde önlemler alınmış, yeni teknolojiler geliştirilmiş ve uygulanmıştır.
Bunun neticesinde oralarda daha yüksek şiddette meydana gelen depremlerde bile can kaybı ya hiç olmuyor yada çok daha az oluyor.
Fakat biz kendimiz yeni teknoloji ve yöntemler bulup geliştiremediğimiz gibi, bulunup geliştirilenlerden de ne acıdır ki bihaberiz.
Son olarak Bingöl’de meydana gelen 6,4 şiddetindeki bir sarsıntıda hangi durumda olduğumuz tekrar ortaya çıkmıştır.
17 ağustos 1999 depreminden ders çıkardığımız zannediliyordu ama, ne acıdır ki o da demek ki laf-ı güzafmış.
Bütün bunlar gösteriyor ki, deprem konusunda bir adım bile ileriye gidemediğimizdir.
Güya yeni teknolojiyle yaptığımız binalar bostan korkulukları gibi en ufak sarsıntılarda ya dökülüyor yada yerle bir oluyorlar. İçlerinde nice canlar yanıyor, ocaklar sönüyor.
Kısacası dökülüyoruz, çöküyoruz.
Bingöl depreminde Çeltik Suyu yatılı bölge okulu hepimizin izleyip gördüğü gibi kartondan evler gibi çökmüş, altında yüzlerce çocuğumuz kalarak 80 dolaylarındaki yavrumuz da can vermiştir.
Yapılan konutları birkaç kuruş daha ucuza çıkarmak ve daha fazla kazanmak için, yaptığımız yanlışlıkların karşısında acaba ne kadar fatura ödüyoruz farkında mıyız?
Bir canı hangi para, hangi değerle satın alabiliriz.
Bingöl’de çöken bu okul binaları daha yeni yapılmış. Üç yıllık binalar. Bu binalar yapılırken Bingöl’ün deprem bölgesi olduğu hiç mi düşünülmüyor Allah’a aşkına?
Peki yaşanan bu facianın sorumlusu ve sorumluları kimler?
Bu çürük binaları yapanlar ve yapılmasına göz yumanlar kimler?
Bütün bunlar gösteriyor ki, bizlerin ilmin ve teknolojinin bu güne kadar geliştirdiği değerleri dikkate almıyoruz ve uygulamıyoruz.
Hayatımıza ve geleceğimize ilmin ve teknolojinin ölçülerine göre yön vermiyoruz.
Vermediğimiz içinde, her zaman ve her konuda başımıza gelmedik kalmıyor.
Hala dededen kalma yöntem ve tekniklerle oyalanıyoruz. Eğer öyle olmasaydı bugün başımıza gelenler bu kadar acı olmayabilirdi.
Aslında yaşadığımız bu acılarda hepimizin tek tek sorumluluğu olduğu kanaatindeyim.
Çünkü hiç birimiz evrensel çapta, kalite ve verimlilik bazında yarışacak değerde işlerimizi yapmıyoruz.
Müteahhit müteahhitliğini, öğretmen öğretmenliğini, öğrenci öğrenciliğini, mühendis mühendisliğini, usta ustalığını velhasıl hiçbirimizin, yaptığımız işimizi ve görevlerimizi layıkıyla yapmadığımız, yaşanan olaylarla tekrar tekrar yüzümüze çarpılıyor.
Eğer bütün toplum kesimleri, insan faktörünü ön planda tutarak, fert fert üzerine düşen görevini, evrensel çapta düşünerek, en iyi, en kaliteli, en verimli şekilde yapmak için vicdanen kendisini sorumlu görebilse, aslında her şey yoluna girecek.
Fakat başımıza gelen 1999 Körfez ve bugün Bingöl depreminde olduğu gibi yine herkes sorumluluğu bir başkasının üstüne atmaya devam ettikçe, bizler daha çok acılara maruz kalır, dağılır, dökülür, çöker ve akla gelmeyen felaketler yaşarız. 06.05.2003