İstanbul 1453 yılının 29
Mayısında Osmanlı Padişahı Fatih Sultan Mehmet(II.Mehmet) tarafından
fethedilerek ebedi Türk yurdu haline getirilmiştir.
Bu yıllarda başta Bizans
halkı olmak üzere tüm batı toplumları Ortaçağ karanlığı içinde yüzüyordu.
Bizans halkı, Türklerin
insan hak ve hukukuna verdiği önemi haykırırcasına, ülkelerinde “Kardinal
külahı görmektense Türk sarığı görmeyi tercih ederiz” diyordu.
Bilim ve düşünce adamları
engizisyon mahkemelerinde ya giyotinlere gönderiliyor ya da zindanlara
atılarak olmadık işkenceler görüyorlardı.
Mezhep çatışmalarıyla
bütün batı toplumları birbirlerini kırıyorlardı.
Ortaçağı yaşayan
Avrupa’ya karşı ise, Türk milleti çağının en gelişmiş bilim ve teknoloji,
insan hak ve hukuklarına sahipti.
İstanbul’un fethi
karanlıklar içinde yaşayan işte bu Avrupa’ya da bir kapı açtı.
Ortaçağ karanlığını
tarihin çöplüğüne atarak Türk kültür ve medeniyetini batı toplumlarının
istifadesine sundu.
Türkler İstanbul’un Fethi
ile bu karanlık ortaçağı kapatarak yepyeni bir çağ açmakla kalmamış, dünyanın
o günkü süper gücü haline de gelmiştir.
Yeniçağ adı verilen bu
çağ Türklerin tarihe armağan ettiği bir çağdır.
Bu yeniçağ aynı zamanda
Türk milletinin dünyaya hâkim olduğu ve düzen vermede yegâne güç haline
geldiği çağdır.
Tarihe baktığımızda
Anadolu’ya hâkim olan hangi millet olursa olsun dünya devleti olmuştur.
Lidyalılara, Romalılara,
Bizanslılara ve Osmanlılara bakın hepsi birinci lig devletleridir.
Birçok kereler
duymuşuzdur.
“Anadolu’ya hâkim olanlar
dünyaya hâkim olurlar” diye.
Yavuz selim boşuna
söylememiştir. “Dünya bir padişaha çok, iki padişaha azdır.”
Ancak burada şunu da
görüyoruz. Anadolu’ya hâkim olan devletler ne zamanki içte birbirine düşmüş,
o zaman yalpalamaya, geri kalmaya ve sonunda birliğini koruyamadığından
dağılmaya mahkûm olmuşlardır.
Sanıyorum bu örnekler
bizlere ders almamız için yeterlidir.
Bu gün Türkiye’nin de
dünya devleti olmak için her türlü alt yapıya ve şartlara sahip olduğunu
söylemek mümkün.
Ancak ne acıdır ki kendi
kendimize yaptığımızı, hiçbir düşmanın yapmasına gerek bırakmıyoruz.
Çeşitli olaylarla
görülmektedir ki, birbirimize duyduğumuz kin ve nefret, düşmana bile ihtiyaç
bırakmıyor.
Kendi ayağımızı kendimiz
köstekleyerek, geri kalmamızı ve dünya devleti olmamızı yine kendimiz
engelliyoruz.
İç didişmelerimizi ve
kavgaları bir türlü bırakamıyoruz.
Onatlı devlet
kurduğumuzla devamlı övünüp, bunların yine kendi iç kavgalarımızla
yıktığımızı aklımıza bile getirmiyor ve ders çıkarmıyoruz.
Yine şunu da hiçbir zaman
aklımızdan çıkarmamamız gerekiyor.
Tüm dünya bir araya
gelse, Türkiye’yi fakir ve güçsüz bırakmaya çalışsa, bunu başarması mümkün
değildir.
Çünkü Anadolu’da yaşayan
devletler tarihi, bize bunu söylüyor.
Peki, o halde bizi kim
fakir ve geri bırakıyor diye sorulabilir.
Buna verilecek tek bir
cevap vardır.
O da bizi kendimizden
başka engelleyenin olmadığıdır.
Birbirimize dünyayı zehir
etme düşüncelerinden bir an önce vazgeçtiğimizde bakın ülkemiz nerelere
sıçrayacaktır.
O zaman göreceğiz ki,
geleceğimiz noktalara biz bile inanamayacağız.
Anadolu’nun bize sunduğu
fırsat ve avantajları kullanmasını bildiğimiz takdirde, dünyanın en güçlü
ülkesi olmamıza, kendimizden başka kimsenin engel olamayacağını da görmüş
olacağız.
Birbirimizi engelleme ve
önünü kesme düşüncelerinden bir an önce uzaklaşmamız şarttır.
Yine birbirimizi tehlike
ve düşman görmekten bir an önce vazgeçmemizde şarttır.
Ülkemizin gelişmesi ve
zenginleşmesi için kim ne biliyorsa, ne düşünüyorsa korkmadan ortaya
koyabilmelidir.
İşte o zaman başka hiçbir
gücün, bizi engellemeye gücünün yetmeyeceğini göreceğiz.
Yeter ki kendi ayağımıza
kendimiz kurşun sıkmaktan vazgeçelim.
Tüm halkımızın 553. fetih
yıldönümü kutlu olsun.
<==Anasayfa