YAZARLAR

 

İSTANBUL’UN FETHİ VE ANADOLU

                     İsmail SARIÇAY                           29 Mayıs 2006                                                                                 

                                     e-posta: isaricay@gmail.com

İstanbul 1453 yılının 29 Mayısında Osmanlı Padişahı Fatih Sultan Mehmet(II.Mehmet) tarafından fethedilerek ebedi Türk yurdu haline getirilmiştir.

 Bu yıllarda başta Bizans halkı olmak üzere tüm batı toplumları Ortaçağ karanlığı içinde yüzüyordu.

Bizans halkı, Türklerin insan hak ve hukukuna verdiği önemi haykırırcasına, ülkelerinde “Kardinal külahı görmektense Türk sarığı görmeyi tercih ederiz” diyordu.

Bilim ve düşünce adamları engizisyon mahkemelerinde ya giyotinlere gönderiliyor ya da zindanlara atılarak olmadık işkenceler görüyorlardı.

Mezhep çatışmalarıyla bütün batı toplumları birbirlerini kırıyorlardı.

Ortaçağı yaşayan Avrupa’ya karşı ise, Türk milleti çağının en gelişmiş bilim ve teknoloji, insan hak ve hukuklarına sahipti.  

İstanbul’un fethi karanlıklar içinde yaşayan işte bu Avrupa’ya da bir kapı açtı.

Ortaçağ karanlığını tarihin çöplüğüne atarak Türk kültür ve medeniyetini batı toplumlarının istifadesine sundu.

Türkler İstanbul’un Fethi ile bu karanlık ortaçağı kapatarak yepyeni bir çağ açmakla kalmamış, dünyanın o günkü süper gücü haline de gelmiştir.

Yeniçağ adı verilen bu çağ Türklerin tarihe armağan ettiği bir çağdır.

Bu yeniçağ aynı zamanda Türk milletinin dünyaya hâkim olduğu ve düzen vermede yegâne güç haline geldiği çağdır.

Tarihe baktığımızda Anadolu’ya hâkim olan hangi millet olursa olsun dünya devleti olmuştur.

Lidyalılara, Romalılara, Bizanslılara ve Osmanlılara bakın hepsi birinci lig devletleridir.

Birçok kereler duymuşuzdur.

“Anadolu’ya hâkim olanlar dünyaya hâkim olurlar” diye.

Yavuz selim boşuna söylememiştir. “Dünya bir padişaha çok, iki padişaha azdır.”

Ancak burada şunu da görüyoruz. Anadolu’ya hâkim olan devletler ne zamanki içte birbirine düşmüş, o zaman yalpalamaya, geri kalmaya ve sonunda birliğini koruyamadığından dağılmaya mahkûm olmuşlardır.

Sanıyorum bu örnekler bizlere ders almamız için yeterlidir.

Bu gün Türkiye’nin de dünya devleti olmak için her türlü alt yapıya ve şartlara sahip olduğunu söylemek mümkün.

Ancak ne acıdır ki kendi kendimize yaptığımızı, hiçbir düşmanın yapmasına gerek bırakmıyoruz.

Çeşitli olaylarla görülmektedir ki, birbirimize duyduğumuz kin ve nefret, düşmana bile ihtiyaç bırakmıyor. 

Kendi ayağımızı kendimiz köstekleyerek, geri kalmamızı ve dünya devleti olmamızı yine kendimiz engelliyoruz.

İç didişmelerimizi ve kavgaları bir türlü bırakamıyoruz.

Onatlı devlet kurduğumuzla devamlı övünüp, bunların yine kendi iç kavgalarımızla yıktığımızı aklımıza bile getirmiyor ve ders çıkarmıyoruz.

Yine şunu da hiçbir zaman aklımızdan çıkarmamamız gerekiyor.

Tüm dünya bir araya gelse, Türkiye’yi fakir ve güçsüz bırakmaya çalışsa, bunu başarması mümkün değildir.  

Çünkü Anadolu’da yaşayan devletler tarihi, bize bunu söylüyor.

Peki, o halde bizi kim fakir ve geri bırakıyor diye sorulabilir.

Buna verilecek tek bir cevap vardır.

O da bizi kendimizden başka engelleyenin olmadığıdır.

Birbirimize dünyayı zehir etme düşüncelerinden bir an önce vazgeçtiğimizde bakın ülkemiz nerelere sıçrayacaktır.

O zaman göreceğiz ki, geleceğimiz noktalara biz bile inanamayacağız.

Anadolu’nun bize sunduğu fırsat ve avantajları kullanmasını bildiğimiz takdirde, dünyanın en güçlü ülkesi olmamıza, kendimizden başka kimsenin engel olamayacağını da görmüş olacağız.

Birbirimizi engelleme ve önünü kesme düşüncelerinden bir an önce uzaklaşmamız şarttır.

Yine birbirimizi tehlike ve düşman görmekten bir an önce vazgeçmemizde şarttır.

Ülkemizin gelişmesi ve zenginleşmesi için kim ne biliyorsa, ne düşünüyorsa korkmadan ortaya koyabilmelidir.

İşte o zaman başka hiçbir gücün, bizi engellemeye gücünün yetmeyeceğini göreceğiz.

Yeter ki kendi ayağımıza kendimiz kurşun sıkmaktan vazgeçelim.

Tüm halkımızın 553. fetih yıldönümü kutlu olsun.

<==Anasayfa