Bugün TBMM’de Lübnan’a asker göndermeyle ilgili
teskerenin oylanması bekleniyor.
Büyük bir
ihtimalle bu teskere sorunsuz kabul edileceğe benziyor.
Birkaç gündür
Türkiye’nin Lübnan’a asker gönderip göndermemesi konusu çeşitli
kesim ve platformlarda hararetli bir şekilde tartışılmaktadır.
Bir kısım
kesimler asker göndermeye şiddetle karşı çıkarken, bir kısım
kesimlerde bundan kaçmanın ülke çıkarları açısından mümkün
olmadığını ifade ediyorlar.
Her iki
görüşünde haklı olduğu yanlar, olmadığı yanlar var elbette.
Üzerinde en
çok tartışılan konu ise Lübnan’a gönderilmeye başlanan BM barış
gücünün Lübnan Hizbullah’ını silahsızlandırma yoluna gideceğini,
bununda çatışmalara neden olabileceğini, böylece Türk askerinin de
buna katılarak büyük risk alacağını ifade etmektedirler.
Bu görüşü
savunanlar haksız da değillerdir. BM barış gücü adı altında görev
yapacak çok uluslu güç bu yola başvurmaya kalkarsa çatışmaların
çıkması kaçınılmazdır.
Ancak Başbakan Recep Tayyip Erdoğan,
''Türk askerinden Hizbullah'ın silahsızlandırılmasına yönelik
talep geldiği anda Hükümet olarak askeri geri çekeceklerini''
bildirdi.
Bu hem
halkımızın endişelerini azaltma, hem de BM gücünde yer alanlar
için bir uyarı niteliği taşıması bakımından önemlidir.
Savaşan iki
taraftan birinin silahlarını toplayıp diğerine dokunmamak hem
ahlaki değildir hem de büyük bir adaletsizliktir.
Saldıran
tarafın değil de saldırıya uğrayan tarafın silahlarının toplanmak
istenmesi açıkça taraf olma anlamını da ifade etmektedir.
Bu durum ise
barışa hizmet değil savaşa hizmet anlamına gelir.
Çünkü bu gün
Lübnan Hizbullah’ı denilen milis güçleri, Lübnan’ın işgaline karşı
direnme gücü oluşturan en etkili silahlı güçlerden biri haline
gelmiştir.
Lübnan
Hizbullah’ı hâlihazırda ülke yönetiminde söz sahibidir. Yani
hükümetin ortağıdır.
Dolayısıyla bu
direniş örgütü aynı zamanda Lübnan’ın savunma birliklerini de
oluşturmaktadır.
Bu güç
yenilmez bilinen İsrail ordusunu ve saldırılarını durdurabilmiş ve
İsrail’i Lübnan topraklarından ağır zayiatlar vererek çekilmek
zorunda bırakmıştır.
Bunun üzerine
İsrail dünyada etkili olduğu bütün alanlardaki güçlerini harekete
geçirerek, alt edemediği Lübnan’daki direnişi, BM adı altında alt
etmeye çalışmaktadır.
Eğer BM
Ortadoğu’da bir silahtan arındırma işi yapacaksa, başta altmış
yıldır komşularına fütursuzca saldıran İsrail’in
silahsızlandırılmasıyla başlamalıdır bu işe.
Ortadoğu’da
meydana gelen hemen hemen bütün çatışmaların ve savaşların
kaynağında tüm dünya kamu oyununda kabul ettiği gibi İsrail
vardır.
Bu güne kadar
saldırmadığı komşusu kalmamıştır. Birçok komşusunun topraklarını
işgal etmiş, çok büyük katliamlar ve yıkımlar yapmış, işgal ettiği
komşu ülkelerin topraklarını hala daha işgal altında
bulundurmaktadır.
Aslında
Ortadoğu’da barışı sağlamanın yolu gayet basittir.
Yapılacak tek
şey İsrail’in işgal ettiği topraklardan şartsız ve hemen
çekilmesidir.
Tabi İsrail
bölgesinde barış ve huzur içinde yaşamak istiyorsa.
O zaman
görülecektir ki, Ortadoğu kökenli birçok terör hareketi
kendiliğinden yok olacaktır.
Çünkü terör
yapmak için bahane ya da alt yapı kalmayacaktır.
Bu gün dünyada
adından söz ettiren bütün Ortadoğu kökenli terör hareketlerinin
temelinde İsrail’in saldırganlığı ve işgal altında tuttuğu
topraklar vardır.
Eğer BM orta
doğuda barışı gerçekten sağlamak istiyorsa, İsrail aleyhine aldığı
çok sayıdaki kararın uygulanmasıyla işe başlamalıdır.
O zaman
görülecektir ki, hem bundan sonra İsrail’in başta Filistin, Lübnan
vb. ülkelere saldırılarını frenlemiş olacaktır, hem dünya
kamuoyunun arzularını yerine getirecek hem de güvenirliliğini
artırmış olacaktır.
Yoksa kimse
yakın gelecekte orta doğuda çatışmaların, savaşların, acıların,
katliamların, yıkımların önüne geçemeyecektir.
Hatta orta
doğudaki bu huzursuzluklar, ileride bütün dünyayı içine alabilecek
büyük bir yangının ve nükleer savaşın altyapılarını da oluşturma
istidadındadır.