ŞEYH EDEBALİ’NİN OSMAN GAZİYE
TAVSİYELERİ:
Şeyh Edebali’nin Osman Gaziye tavsiyeleri de
İ’lay-i Kelimetullah ya da Cihan hâkimiyeti
idealinin ipuçlarını taşır.
Şeyh Edebali Osman Gaziye;
“Ey oğul, artık Bey’sin! Bundan
sonra öfke bize, uysallık sana. Güceniklik bize,
gönül almak sana. Suçlamak bize, katlanmak sana.
Acizlik bize, hoş görmek sana. Anlaşmazlıklar
bize, adalet sana. Haksızlık bize, bağışlamak
sana.
Ey oğul, sabretmesini bil,
vaktinden önce çiçek açmaz. Şunu da unutma;
insanı yaşat ki devlet yaşasın.
Ey oğul, işin ağır, işin çetin,
gücün kula bağlıdır. Allah yardımcın olsun.
Güçlüsün, kuvvetlisin, akıllısın, kelâmlısın ama
bunları nerede, nasıl kullanacağını bilmezsen
sabah rüzgârında savrulur gidersin. Öfken ve
nefsin bir olup aklını yener. Daima sabırlı,
sebatlı ve iradene sahip olasın. Dünya, senin
gözlerinin gördüğü gibi değildir. Bütün
bilinmeyenler fethedilmeyenler, görünmeyenler,
ancak sen faziletli ve ahlâklı olursan gün
ışığına çıkacaktır.
Ey oğul! Ananı, atanı say,
bereket büyüklerle beraberdir. İnancını
kaybedersen, yeşilken çöllere dönersin. Açık
sözlü ol. Her sözü üstüne alma! Gördüğünü görme.
Bildiğini bilme. Sevildiğin yere sık gidip
gelme.
Ey oğul, üç kişiye acı. Cahiller
arasındaki âlime, zenginken fakir düşene ve
hatırlı iken itibarını kaybedene.
Ey oğul unutma ki, yüksekte yer
tutanlar, aşağıdakiler kadar emniyette değildir.
Haklıysan mücadeleden korkma”.
Şey Edebali, bu tavsiyelerinde Osman Gaziye bir
yol haritası çiziyor. Bu yol haritasına uyulduğu
takdirde nelere kadir olacağına, uymadığında da
neleri kaybedeceğine dair çok önemli uyarılar
söz konusudur.
Osman Gazi hayatı boyunca bu yol haritasına
titizlikle sadık kalmış ve önüne çıkan büyük
problemleri bu sayede çözmüştür.
Anadolu beylikleri içinde en küçüklerinden
birisi olmasına rağmen hocasının tavsiyelerini
dikkatle uygulaması sayesinde diğer bütün
beyliklere bey olmuştur.
Kendinden sonrakiler de bıraktığı ideal ve
mirasa sahip çıkarak, Osmanlı devleti büyümüş
büyümüş cihan hâkimiyetini kurmuştur.
ORHAN GAZİ:
Osmanlı tarihçilerinden Âşık Paşazade, Osman
Gazinin oğlu, Orhan Gazinin adalet anlayışını
şöyle anlatır:
“Orhan Gazi, oğlu
Süleyman Paşa’yı Taraklı (Tarakçı) Yenice’sine
gönderdi. O memleketlerin hepsi Orhan Gazi’nin
adaletini işitmişti. Her aldıkları yerde adalet
gösterdiler.
Alınmayan memleketler dahi
onların nasıl davrandıklarını öğrenmişlerdi.
Süleyman Paşa Taraklı Yenicesi’ne varınca,
hisarı anlaşarak verdiler.”
Orhan Gazinin büyük oğlu olan Süleyman paşa,
Avrupa devletlerinin birlik olup Haçlı orduları
oluşturarak Osmanlıya saldıracakları haberini
alır. Bunun üzerine komutanlarını hemen yanına
çağırır ve şöyle hitap eder.
“Kumandanlarım,
gazilerim! İlk defa ayak bastığımız bu yabancı
topraklarda bizim gibi sayıları az mücahit
kafilesinin, az zamanda kazandığı bu fetihler,
İ'lây-i Kelimetullah için yapıldığından, Cenabı
Hakk’ın bizlere mükâfatıdır“
diyerek asıl hedeflerinin İ’lay-i
kelimetullah olduğunu vurgulamıştır.
Orhan gazi, avda attan düşerek ölen büyük oğlu
Süleyman paşanın ölümüne çok üzülmüş ve bu
üzüntü sonucu hastalanmıştır. Hastalanınca
kendinden ümidini kesen Orhan Gazi, küçük oğlu
Murat gaziyi(I.Murat) yanına çağırarak
şöyle nasihatte bulunmuştur.
"Oğul! Cennet mekân babam Osman Gazi Han bir
avuç toprağı beylik yaptı. Biz Allah'ın izniyle
beyliği sultanlığa çevirdik. Sen daha da
büyüğünü yapacaksın! Biz Selçuklunun varisi
olduğumuz gibi Roma(Avrupa)’nın da varisiyiz.
Osmanlı'ya iki kıta üzerine hükmetmek yetmez.
Zira İ'la-yı kelimetullah azmi iki kıtaya
sığmayacak kadar yüce bir davadır". (Yeni
Asya Yayınları / Biyografiler Dizisi)
İşte küçücük Osmanlı beyliği bu “İ’lay-i
kelimetullah” ideali sayesinde dünya devleti
olmuştur.
Hâlbuki Osmanlı beyliği, beyliklerin içinde en
küçüklerinden biriydi. Tarihçilerin yazdıklarına
göre sadece dört yüz çadırdan oluşuyordu. Fakat
diğerlerinden tek farkı “İ’lay-i kelimetullah”
gibi büyük ve yüce bir ideale sahipti. İşte bu
ideal sayesindedir ki Osmanlı Cihan devleti
olmuştur.
I.MURAT HAN HÜDAVENDİGAR:
I.Murat 8 Ağustos 1389’da haclı saldırılarına
karşı koymak üzere Kosova ovasına girdiğinde
şiddetli bir fırtına ile karşılaşmıştır. Bunun
üzerine Allaha şöyle duada bulunmuştur.
“Allâh’ım!
Askerlerim ki buraya kadar sadece Sen’in adını
yüceltmek ve İslâm’ı teblîğ etmek (İ’lay-i
kelimetullah) için geldiler. Yâ İlâhî! Bu mümin
askerleri küffar elinde mağlup edip helâk
eyleme! Onlara öyle bir zafer lütfet ki, bütün
Müslümanlar bayram eylesin! Dilersen o bayram
gününde şu Murat kulun yolunda kurban olsun! “
I.Murat Kosova
meydanında savaş öncesi askerlerine de şöyle
seslenmiştir. “Yiğitlerim! Bugün gayret
günüdür. İbrâz-ı hamiyyet vakti, erlik zamanı ve
mertlik demidir…
Bunca
senedir vatan sizinle fahreder. Şimdi dahî
sizden cihâna yayılmış bulunan şân ve şerefle
dolu
geçmişimizi te’yîd edecek büyük muvaffakıyetler
bekler”.
Neticede
I.Murat Han(Hüdâvendigâr) sayıca çok üstün olan
Haçlı kuvvetlerine karşı Kosavo savaşını zaferle
taçlandırır. Ancak yaptığı duada Allahtan
dilediği gibi bir yaralı Sırp askeri tarafından
savaş meydanında hançerlenerek şehit edilir.
I.Murat’ın zaferin kazanıldığı o muhteşem bayram
gününde kurban olma dileği gerçekleşir.
Sultan
I.Murat’ı Bizans tarihçisi Khalkokondylas şöyle
anlatmıştır.
"Kendisine
itaat ve hizmet eden milletlere ve kişilere,
hangi dinden olurlarsa olsunlar, iyi ve yumuşak
ve cömert davranırdı. Verdiği söze sonradan
aleyhinde tecelli etse bile sadık kalarak, dost
düşman herkesin güvenini kazandı."
YILDIRIM
BEYAZIT:
Bütün Avrupa
milletlerinden meydana getirilen haçlı orduları,
Osmanlılara ait Niğbolu kalesini kuşatmışlardı.
Bunun üzerine harekete geçen Yıldırım Bayezit
haçlıları Niğbolu kalesi önünde ağır bir bozguna
uğrattı (25 Eylül 1396).
Esir edilen ve
fidye karşılığı serbest bırakıldıktan sonra
padişaha karşı bir daha savaşmamaya yemin eden
Avrupalı asilzadeler ve şövalyelere Yıldırım
Beyazıt Han şöyle diyordu:
"Ettiğiniz
yeminleri size iade ediyorum. Gidiniz, yeniden
ordular toplayınız ve bizim üzerimize geliniz.
Bana bir kere daha zafer kazanmak imkânı
sağlamış olursunuz. Zira ben, Allahü tealanın
dinini yaymak ve O'nun rızasına kavuşmak(İlay-i
kelimetullah) için dünyaya gelmişim."
II. MURAT
HAN:
Fatih Sultan
Mehmet’in babası II. Murat Varna
fetihnamesindeki ifadesiyle şöyle diyor.
”Allahın dinini bütün insanlara ulaştırmaya
gayret ettik. Dünyada yegâne gayemiz ve
maksadımız halisane olarak budur(İlay-i
kelimetullahtır) ..."
"Bizler
Allahü tealanın ihsanlarının, şükrünü yerine
getirebilmek için bütün günlerimizi,
senelerimizi, İslam dinine hizmete, Allahü
tealanın bize emaneti olan insanları ruh,
düşünce, beden ve dünyalık bakımından saadet ve
selamete kavuşturmaya adadık.”
Osmanlının cihan hâkimiyeti ve dünya nizamı
ideali, şüphesiz millî şuur ve uyanış yanında
asıl kaynağını İslâm dini ve onun cihâd ruhundan
alıyordu.
Osmanlı Devleti, çeşitli etnik gruplar, dinler
ve mezhepler arasında sağlam bir uzlaşma, halk
katmanları arasında hiç bir ayrım ve tezada
müsaade etmemekle, dünya tarihinde milletler
arası en kudretli ve cihanşümul örnek bir siyasi
varlık meydana getirmiştir.
Osmanlı Devleti ve sultanlarının davaları kendi
tabirleri ile “İ’lay-i kelimetullah” ve
“Nizamı
âlem”
üzerinde odaklanıyordu. Osmanlı devletinin
temel hedefi, İslâmî ve insani esasları kendine
rehber edinen bir cihan hâkimiyeti düşüncesine
dayanıyordu.
Bu düşüncede Şeyh Edebali’nin Osman gazi’ye
tavsiyelerinin büyük tesirleri olduğunu akıldan
çıkarmamak gerekir. Çünkü bu tavsiyeler
Osmanlının oturduğu rahmani ve insani temelleri
oluşturuyordu. Bu rahmani ve insani temeller
korunduğu müddetçe cihan hâkimiyeti ve âleme
nizam verme güç ve yetkilerini devam
ettirmişlerdir.
İ'lay-i Kelimetullah ideali uğrunda büyük gayret
gösteren Horasan erenleri diye bildiğimiz, bilim
ve gönül adamlarımızda bu konuda öncü rol
oynamışlardır.
Bu bilim ve gönül insanlarımızdan bazılarını
sıralayacak olursak, Tursun Fakıh, Geyikli Baba,
Musa Abdal, Taceddin Kürderi, Çandaralu Kara
Halil, Muhlis Baba, Abdal Murad vb.
İ’lay-i Kelimetullah idealine sahip bu bilim ve
gönül adamlarımız hem kahraman, hem bilgin, hem
de inanmış, Alperen insanlardı.
Yeni kurulan devletin şekillenmesinde aktif
görev alıyorlar, kurulan devletin bilgi, aksiyon
ve ahlâk üzerine kurulmasına çalışıyorlardı.
(Taşköprü zade)
Horasan Erenleri ki, fedakâr, yardımsever ve
şefkatli davranışlarıyla ordulardan daha evvel
çevrelerindeki "gayri Müslim ve tekfurların"
kalplerini fethetmişlerdir. Böylece coğrafi
fetihlerin kolaylaşmasını sağlayan insani
zeminleri oluşturmuşlardır.
Horasan erenlerinin beslendiği manevi kaynak
ise Pir-i Türkistan olarak da bilinen Hoca
Ahmet Yesevi’dir.
İslamiyet
öncesi Türklerin sahip olduğu cihan hâkimiyeti
ülküsünü, Nizam-ı âlem ülküsüne dönüştürmede en
büyük pay sahibi olan Ahmet Yesevi’dir.
Türklerin Nizam-i âlem anlayış ve ideali
şöyledir.
DEVAM EDECEK
Politika gzt.yay.tar. :9 Temmuz
2012