Bırakın böyle
yüce hedef ve ideallere sahip olmayı, bu gün
Türkiye ve Türk toplumu olarak bizler
geleceğimizi kucaklayacak, ne dünya, ne Asya ve
orta Asya, ne Afrika, ne Orta Doğu, ne Kafkasya
ve nede balkanlar vb gibi coğrafya ve bölgelerle
ilgili ileriye dönük ayağı yere basan köklü plan
ve projelerimiz vardır.
Her ne kadar
dışişleri bakanımız Sayın Prof. Dr. Ahmet
Davutoğlu’nun açıklamaya çalıştığımız tarihi
hedef ve ideallerimize yönelik çabaları olsa da
bunun kısa zamanda gerçekleşmesinin mümkün
olmadığını ve uzun zaman alacağını bilmemiz
gerekiyor.
Özellikle bu tip
yüce düşüncelerin toplumsal zeminde karşılığı
olması veya oluşması gerekir. Bu güne kadar
böyle düşünce sahiplerine elitler ve yönetenler
arasında pek de hoş bakılmadığını yakından
biliyoruz.
Bir de bu
düşüncelerin uzun vadeli, toplumsal tabanı olan
ve süreklilik arz eden, kararlı, sürdürülebilir
devlet politikalarıyla olabileceğini akıldan
çıkarmamamız lazım.
Her ne kadar yukarıda saydığımız bu bölge ve
ülke halklarının kendilerine en yakın gördüğü,
hatta kurtarıcı olarak kabul ettiği ülke Türkiye
olsa bile.
Bakın Kafkasya, Somali, Azerbaycan, Bosna,
Kosova, Irak, Tunus, Mısır, şimdide Suriye vb.
bütün bu coğrafyada yaşayan halkların başları
sıkıştığında ilk akıllarına gelen ülke kim
oluyor?
Elbette Türkiye oluyor.
Ellerinde Türk bayrakları sokaklara
dökülüyorlar ve ne diye haykırıyorlar?
Kurtar bizi Türkiye.
Türkler bizim kardeşimizdir.
Türkiye’nin desteği dünyaya bedeldir.
Peki, bunlar neyi ifade ediyor?
Maalesef bu
feryatları bu güne kadar duymadık, duysak da
okuyamadık, okusak da anlayamadık, ellerinden
tutamadık, çare hiç olamadık.
Onları bu zamana
kadar kaderleriyle baş başa yalnız bıraktık.
Yalnız bırakmakla kalsak iyi, kendimizde yalnız
kaldık.
Eğer bizlerin bırakın Cihan hâkimiyetini,
Nizam-ı Âlem ülküsünü, İ’lay-i Kelimetullahı,
gelecek on, elli, yüz, beş yüz yılları kapsayan
plan ve projelerimiz olsaydı, bugün saydığımız
bütün bu halklar ve bölgeler her konuda Anadolu
ile beraber ayağa kalkar, dünyayı sallardık.
Hiçbir sömürgeci güç de yakın çevremizde
yaşadığımız bu işgal ve tecavüzlere kesinlikle
kalkışamazlardı.
Ancak bizim böyle bir iradeden yoksun olmamız
sömürgeci güçlerin hem iştahını kabarttı, hem de
yakın çevremizde ve Türkiye’nin Hinterlandında
cirit atmalarını sağladı.
Bütün Hinterlandımızın halklarını vahşice
ezdikleri gibi yer altı ve yerüstü bütün
kaynaklarını da arsızca sömürdüler ve hala
sömürmeye devam ediyorlar.
Hatta açıkça şunu da söyleyebiliriz. Türkiye’nin
büyük idealleri olsaydı ve üzerine düşeni
yapsaydı bu gün şu başımıza bela olan terör
sıkıntısını daha doğmadan boğabilirdik.
Nasıl mı?
Şöyle.
Öncelikle şu hususu belirterek başlayalım. Bir
defa Türkiye’nin savunma sınırları bu günkü
fiziki sınırlarımız olamaz. Olursa işte böyle
bize Anadolu’da huzur ve güven vermezler.
Türkiye’nin savunma sınırları en azından sahip
olduğu Hinterlandının sınırları olmalıydı.
Bütün tehlikeleri daha oralarda
karşılayabilirdi. Belki iddialı bir söz
söylüyoruz. Bazılarına bu düşünceler belki
hayal ve saçma da gelebilir. Şu unutulmamalıdır
ki her alanda, her başarı önce hayallerle
başlar.
Yakın tarihlerde on binlerce kilometre
uzaklardan gelip Irak ve Afganistan’da operasyon
yapanların gerekçesini biliyorsunuz.
Nedir o gerekçe?
Gelecekte güvenliklerinin tehlikeye girme
ihtimali iddiasıdır.
Yani güvenlik tehlikesi hayalde bile olsa
adamlar daha doğmadan yok etme yoluna
gidiyorlar.
Bu konuda bizim uzaklara gitmeye ve savaşa
girmemize bile gerek kalmazdı. Çünkü Türkiye’nin
gönül bağıyla bağlı olduğu toplumlar bu tip
tehlikeleri daha doğmadan yok edeceklerdir. En
azından o bölgeler ve halkları aleyhimize terör
zemini oluşturmayacaktır.
Örnek verecek olursak, başı beladan hiç
kurtulmayan Afganistan ve Pakistan halklarıyla
ve yönetimleriyle gönül bağımızın sağlam olması
hiçbir zaman Türkiye aleyhine çalışan hiçbir
faaliyete bu güne kadar izin vermemişlerdir.
Bütün hinterlant’ımızla aynı derecede ilgili
olsaydık, bütün bu bölgeler bizim emniyet
sigortamız olacaktı. Aynen Afganistan ve
Pakistan gibi.
Bir başka örnek vermek gerekirse, Rusya’da
yaklaşık on beş dolayında özerk Türk cumhuriyeti
var. Bunlarla zamanında gönül bağlarımızı daha
sağlam ve daimi kurabilseydik Rusya’nın
Türkiye’ye karşı tutumu nasıl olurdu bir
düşünün.
Düşünün şimdi Kuzey Irak halkı, genelde Irak,
Suriye vb. halklarıyla var olan gönül
bağlarımızı zamanında doğru dürüst
kurabilseydik, Türkiye’yle daha sıkı ilişkiler
içerisinde olsalardı, buralarda terör örgütünün
barınması ve zemin bulması mümkün olur muydu?
Çünkü kendi Hinterlandında yaşayan halkların
gönlünde Türkiye’nin ve Türklerin ayrı bir yeri
olduğunu artık sağır sultanlar bile iyi biliyor.
Bu gönül bağını değerlendirerek her konuda
yanımızda bulunmalarını sağlayacak stratejik
kurum ve sivil toplum kuruluşlarının oluşması da
sağlanabilirdi.
Eğer bunu sağlayabilseydik, Türkiye’nin herhangi
bir probleminde, Türkiye’nin bir işaretiyle
Afrika’nın batısından ve Bosna’dan başlayarak
Çin Seddine, Hint okyanusundan Sibirya’ya kadar
bütün bölge ve halklar ayağa kalkardı.
Alın size yakın
tarihimizden bu konuda bir örnek daha. Hepimizin
hafızalarından daha silinmedi. Milli futbol
takımımızın 20 Haziran 2008 Cuma günü Avrupa
futbol şampiyonasında Hırvatistan karşısındaki
4-2’lik galibiyeti Türkiye’nin Hinterland’ını(Coğrafik
ve kültürel etki alanı) ayağa kaldırdı.
Afrika’nın batısından,
Bosna’dan tutun da ta Doğu Türkistan’a ve Hint
okyanusundan Sibirya’ya kadar yer yerinden
oynadı.
O tarihi geceyi tüm
televizyonlardan duygu sellerine kapılarak
doyasıya heyecanla izledik ve yaşadık.
Bu manzara karşısında
insanın gözlerinin yaşarmaması mümkün mü?
Türkiye’nin galibiyeti
karşısında bu kadar geniş coğrafi kuşağın, sanki
kendileri galip gelmiş gibi ayağa kalkması,
hepimizi bir daha bir daha düşündürmelidir.
Hangi bağlar böyle göz
yaşartıcı manzaraları gözümüze sokarcasına
oluşturuyor.
Kabul etsek de etmesek
de Türk milletine gönül bağıyla bağlı olan
halkların ve bölgelerin ayağa kalkmasıdır bu
durum.
Başsızlığa,
sahipsizliğe, sömürüye, ezilmişliğe,
horlanmışlığa, zulme, dışlanmışlığa, başarıya
susamışlığa bir çığlıktır bu.
Hangi ülkenin böyle bir
başarısı karşısında, milyarlarca insan ve bu
kadar geniş coğrafyada ilgi uyandırıyor,
kutlanıyor bir örneği var mı?
Almanya’nın mı,
Fransa’nın mı, İngiltere’nin mi, Rusya’nın mı,
Çin’in mi, ABD’nin mi kimin? (İsmail Sarıçay.
Millilerimiz Hinterlandımızı Ayağa kaldırdı.
Balıkesir Politika gazetesi: 30 Haziran 2008)
Peki, bu örnek bile
bizim şapkalarımızı önümüze koyup bir defa değil
binlerce defa düşündürmesi gerekmez mi?
Türk milletinin sahip
olduğu, ancak bizim görmek istemediğimiz
potansiyel gücümüzün bir göstergesi değil mi bu
manzara.
Eğer bizler bu
potansiyeli değerlendirme becerisini
gösterebilseydik, Türkiye’nin bu günkü ekonomik,
sosyal ve askeri gücü de, etkisi de bambaşka
olurdu.
Böylece Türkiye’ye karşı kötü niyet besleyenler
de on kere değil bin kere düşünmek zorunda
kalırlardı.
Ancak biz maalesef hiçbir zaman bunları
değerlendiremedik. Çünkü büyük düşünemedik ve
büyük ideallere yelken açmadık.
DEVAM EDECEK
Politika gzt.yay.tar. :30 Temmuz
2012