İSMAİL SARIÇAY

E-Posta: isaricay@gmail.com

TARİHİ TÜRK İDEALLERİ–7

            

KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN’DAN FRANSA KRALINA 2. MEKTUP:

Kanuni’nin Fransuva’ya 2. mektubu da Fransa’da halka açık yerlerde, kadın erkek karışık dans edilmesi üzerine gönderilmiştir.

Kanuni bu mektubunda Fransuva’ya aynen şöyle yazıyor.

"EY Fransa Kralı FRANSUVA!”

Elçimden aldığım habere göre sizin ülkenizde adı dans olan, kadın ve erkek arasında münasebetsizce oynanan bir oyun ortaya çıkmış.

Bu mektup eline geçtiği anda ya bu rezil oyunu hemen yasaklarsınız ya da ben gelir ülkenizi başınıza yıkarım”.

Mektuplardaki satırları okurken Osmanlının gücünü ve iradesini bütün çıplaklığıyla görüyorsunuz.

Mektubun sonucu mu?

Sonuç Kanuni'nin bu mektubundan sonra Fransa'da 100 yıl kadın erkek bir arada dans edilmemiştir.

DEDE KORKUT:

Türklerin cihan hâkimiyeti ideali Dede Korkut hikâyelerinde de şöyle ifadesini bulmuştur.

“Korkut ata, şunu bilir, söylerdi,

Çağlardan çağlara ilan eylerdi.

Hakanlık yeniden ahir zamanda,

Kayının dışında olmayacaktır.

Ahir zaman gelip kıyamete dek,

Kimse ellerinden almayacaktır.

Bu dediği, Sultan Osman neslidir!

Sürüp gider… Kayı boyu aslıdır…”  (Yusuf Akgül. Dede Korkut destanı s7. Kurgan Edebiyat Berikan yayınevi 2012 Ankara)

FATİH SULTAN MEHMET:

Fatih Sultan Mehmet Han ise Cihan hâkimiyeti idealini vurgulamak için “Yeryüzü tek millet, İstanbul da merkez olmalıdır” demiştir.

Görülüyor ki hemen hemen bütün hakan ve padişahların ideali, her zaman cihan hâkimiyetini gerçekleştirme yolunda olmuştur.  Bunları söz ve davranışlarıyla ifade etmekten de çekinmemişlerdir.

Hayatları boyunca bunun için çalışmışlar, buna inanmışlar ve bu uğurda olağanüstü mücadeleler vermişlerdir. Bu mücadelelerde zaman zaman sıkıntılar ve başarısızlıklar görmüşlerse de azim ve kararlılıklarından asla vazgeçmemişlerdir.

İstanbul bu inanç, kararlılık, azim ve iradenin eseri olarak fethedilebilmiştir. Yoksa İstanbul’u birçok devlet defalarca kuşatmış, yıllar süren mücadeleler vermiş, fakat hiç biri alamamıştır.

YAVUZ SULTAN SELİM HAN:

Yavuz Sultan Selim Cihan hâkimiyeti idealini şu veciz sözüyle özetlemiştir. “Dünya iki padişaha dar gelir”.

Hatta Rodos adasının fethi için tavsiyede bulunanlara “Ben cihangirliğe alışmış iken, siz himmetimi küçük bir ada olan Rodos’un fethine mi hasretmek istiyorsunuz”.

“Gönül ister ki, Afrika’nın kuzeyinden Endülüs’e çıkayım ve sonra Balkanlar üzerinden tekrar İstanbul’a döneyim!”

Yavuz Sultan Selim Han, cihan hâkimiyeti ideali için sabahlara kadar dünya haritası üzerinde düşünür, planlar yapar, dua eder, çoğu zaman dünya haritasının üzerinde uyur kalırmış.

Yine bir gün Yavuz Sultan Selim dünya haritası üzerinde çalışırken uyuyup kalır. Rüyasında bir grup insan gelir. İçlerinden birisi öne çıkarak, ben Hz. Ali’yim diyerek önce kendisini tanıtır. Sonra yanında bulunanları sırasıyla, bu Hz. Ebu Bekir, şu Hz. Ömer, şu da Hz. Osman diyerek tek tek tanıtır. Sonra kendilerinin Allah resulünün temsilcileri olduklarını ve Allah resulünün size bir davetini getirdik der. Yavuz Sultan Selim’e Hz. Ali Peygamberimizin şu davetini iletir. “Yavuz Selim Kalkıp gelsin, kutsal toprakların hizmeti ona verilmiştir”.

Aynı rüyayı aynı gece kapı ağası Hasan Ağa’nın da gördüğü kayıtlara geçmiştir.

Hasan Can, Yavuz’un uykudan uyandıktan sonraki halini şöyle anlatmıştır. Padişahın mübarek yüzü kızardı ve gözlerinden sevinç gözyaşları boşanarak; "Ey Hasan Can! Sana demez miyiz biz, Allah tarafından bir tarafa me'mûr olunmadıkça hareket etmeyiz.”

Yavuz Sultan Selim’in bu rüyası üzerine Mısır seferine karar verdiği birçok tarihi yazılı kaynaklarda belirtilmiştir.

Yavuz Sultan Selim Mısır seferine giderken Sina çölünü geçmesi gerekiyordu. Sina çölünün normal şartlarda yaya geçilmesi mümkün değildi. Atların bile kanının kaynadığı, zor yürüdüğü bu çölde Yavuz Sultan Selim bir anda atından inip yürümeye başlar.

Askerler buna bir anlam veremezler. Padişah atından niye indi diye birbirlerine sormaya başlarlar.

Bunun üzerine Yavuzun Sultan Selim’in en güvendiği adamı ve arkadaşı olan Hasan Can’a bu durumu Padişaha sormasını isterler.

 Hasan Can, gidip Yavuz'a bu halin neyin nesi olduğunu sorar.

Yavuz Sultan Selim: "Hasan görmüyor musun; önümüzde Allah Resulü peygamber Efendimiz yürüyor, o yürürken ben nasıl at üzerinde gidebilirim?" der.

Bu ifadeler Türklerin Allah tarafından Nizam-ı âlemi düzene sokmakla görevli olduklarına inanmalarının açık örnekleridir.

Zamanın birçok Arap düşünürü de ittifak etmişçesine “Selçukluların ve Osmanlıların iyi idareleri sayesinde dünya nizama kavuştu, İslam’ın sancakları kuvvet buldu. Ancak Selçuklu ve Osmanlı hanedanın devletleri zayıflamaya yüz tutunca da memleketlerin ma’muriyeti ve halkın asayişi bozuldu” derken Türklerin cihana nasıl huzur, düzen ve güvenlik getirdikleri yabancılar tarafından bile ittifak halinde dile getirilmiştir.

Padişahlar cihan hâkimiyeti idealini gerçekleştirmek için yaptıkları savaşlardan önce de şöyle dua ederlerdi.

Ya Rabbi bu ordu senin ordundur, onu koru ve düşmanlarına karşı muzaffer kıl”.

Bütün bunlar gösteriyor ki, Türk cihan hâkimiyeti ideali, Türklerle beraber doğmuş, Türkler Müslüman olduktan sonra da bütün canlılığı ile yaşamış ve sadece adı değişerek  “İ’lay-i kelimetullah” olmuştur.

Türk hükümdar veya Padişahlarına dünyanın birçok yerinde “Cihan padişahı”, “Allah’ın gölgesi”, “Allah’ın vekili” gibi unvanlar verilmiştir.            

Son Türk devleti olan Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk de cihan hâkimiyeti idealini şu sözleriyle ifade etmiştir.  

                                                Politika gzt.yay.tar. :18 Haziran 2012                          

    DEVAM EDECEK

<<Ana sayfa