VAHŞET VE CİNAYET
İSMAİL SARIÇAY
E-posta: isaricay@gmail.com
Ramazan ve bayram boyunca Irak’ta yaşananlar tam bir vahşet görüntüleriydi.
Bu vahşetler özgürlük ve medeniyet adına yapılıyordu.
Vahşet her türlü kelimeyle belki yan yana getirilebilirdi ama, asla özgürlük ve medeniyetle yan yana getirilemezdi ve gelmemeliydi de.
ABD, Irak’ta bunu da başardı. Irakta izlediğimiz görüntüler ve yaşananlar, vahşet, medeniyet ve özgürlük kelimelerini de artık yan yana getirdi.
Irak’ta ki bu manzara, özgürleştirme ve medenileştirme iddiasında(özgürlükçü! ve medeni!) olanların vahşetleri olarak anılacaktır.
Orta çağ Avrupa’sından yada Haçlı seferlerinden bu tarafa hangi dinden ve hangi inançtan olursa olsun, hiçbir inanç grubunun ibadethanelerine, kutsal değerlerine bu kadar vahşice saldırılmamıştı. İnsanlık bu kadar aşağılanmamıştı.
İbadethanelere sığınanlara vahşice bombalar atılmamıştı.
İbadethanedekiler topluca öldürülmemişti.
Müslümanların bayram gününde, bir camide izlediğimiz görüntüler tüm insanlığın yüzünü kızartmıştır.
Cami içinde ölüler ve yaralılar sıra sıra sıralanmıştı. Yaralı olarak bulunan bir Irak’lı, tüm uluslararası sözleşmelerin yasaklamasına rağmen, başına acımasızca kurşun sıkılarak kameralar önünde öldürülüyor ve açık açık cinayet işleniyordu.
Kim bilir Felluce ve diğer Irak kentlerinde daha ne gibi cinayetler ve vahşetler işleniyor hepimizin meçhulü.
Bizim gördüğümüz sadece bir tane. Peki ya o görmediğimiz binlercesi.
Ramazan ve bayram boyunca bütün dünyanın izlediği gibi Felluce’de taş taş üstünde bırakılmadı.
Peki oralarda yaşayan insanlara ne oldu?
Dört yüz bin insanın yaşadığı bu şehirdeki insanların akıbeti nicedir bilen var mı?
Mahşeri vicdan sus pus mu oldu?
Yoksa bu vahşetler karşısında sindi mi?
Bu nasıl bir ruh halidir ki, kameralar önünde silahsız ve yaralı bir insan, bir ibadethanede başına kurşun sıkılarak acımasızca öldürülebiliyor?
Peki Cenevre sözleşmesi Irak’taki işgalci güçleri bağlamıyor mu, yapılanlar savaş suçu değil mi?
12 ağustos 1949 yılında yayınlanan ve savaş zamanlarında uyulacak kurallarla ilgili maddeleri içeren Cenevre sözleşmesinin 3.maddesinin 1.fıkrasında belirtilen “Silahlarını teslim eden silahlı kuvvetler mensuplarıyla hastalık, mecruhiyet(yaralı), mevkufiyet(gözaltı) dolayısıyla veya diğer herhangi bir sebeple harb dışı olan kimseler de dahil olmak üzere, muhasamata(çatışmaya) doğrudan doğruya iştirak etmeyen şahıslara, bilcümle ahvalde(her durumda), ırk, renk, din veya itikat, cinsiyet, doğum, servet veya bunlara mümasil(benzeyen) diğer herhangi bir kıstasa dayanan gayri müsait fark gözetilmeksizin, insani muamele yapılacaktır.” İfadesi neyi ifade ediyor?
Yine aynı sözleşmenin 3.maddesinin 2.fıkrasındaki “Yaralılar ve hastalar toplanacak ve tedavi olunacaktır” hükmüne rağmen, bu cinayetler tüm dünya kamuoyunun gözleri önünde nasıl oluyor da işlenebiliyor akıl alır gibi değil.
Yoksa bu vahşetler tüm dünya kamuoyuna bir mesaj niteliği mi taşıyor?
Bakın işte bizim çıkarlarımıza karşı gelen ve direnenlerin hali böyle olur, ayağınızı denk alın mı? Denmek isteniyor.
Her şeye rağmen bütün insanlık tek tek ve örgütsel olarak bu vahşetlere dur diyebilmeli ve sesini yükseltebilmelidir.
Aksi takdirde “susma, sustukça sıra sana gelecektir” sloganımız uyarınca, sırası gelenlerin de sesini duyacak kimse kalmayacaktır.
Anadolu’da şöyle bir söz vardır. “Küfürle ayakta kalınır ama zulümle, vahşetle kalınmaz” diye.
Eğer ABD vahşet, zulüm ve cinayetle dünya hâkimiyetini kurmak istiyorsa, bunun böyle olamayacağını Vietnam’da görmüş ve anlamış olmalıdır.
Nasıl ki bir albayın Vietnamlı bir silahsız genci kameralar önünde, başından vurup öldürmesi, ABD’ye karşı tüm dünyada ve Vietnam’da büyük bir infiale yol açarak, ABD’nin sonunu hazırladıysa, Irak’ta da bu tür cinayetler sonun başlangıcı olabilir.
Çünkü vahşet ve cinayetler hiçbir devirde çözüm olmadığı gibi, insanlık vicdanında da her zaman mahkûm edilmiştir ve yine edilecektir.
19.11.2004