Ülkemiz yer altı,yer üstü ve insan kaynakları bakımından dünyanın
en zengin ülkelerinden biridir.
Ne var ki hayati öneme sahip bu
kaynakları yeterince değerlendiremediğimizden dolayı,kendimizi
fakru zaruret içinde yüzmekten bir türlü kurtaramıyoruz
Yer altı kaynaklarımızdan,dünya
çapında büyük bir öneme sahip olan Uranyum yatakları
yönünden,zengin bir ülke olmamıza rağmen,bu madeni çıkarıp
işleyemediğimizden ve yeterince değerlendiremediğimizden dolayı
bir faydasını göremiyoruz.
Dünyanın en zengin yataklarından
biri olan Manisa Köprübaşı Uranyum yatakları başlı başına bir
hazine olmasına rağmen,şu anda verimsiz bir topraktan hiçbir farkı
yok.
1970 yılında burada bulunan
uranyum yataklarıyla ilgili bir bilgilendirme toplantısında
bulunmuştum. O toplantıda söylenenleri hep hatırladıkça içim içimi
yer.
Bilgilendirme yapan uzmanlar şunu
demişti. “Burası dünyanın en zengin uranyum yataklarına sahip bir
bölgedir. Eğer bu madenleri bizler işleyip değerlendirebilirsek
ülkemiz süper güç olmakla kalmaz,dünyanın en zengin ülkelerinden
birisi de olur. Bu sayede ülkemizde de ne işsizlik nede fakirlik
kalır” demişlerdi.
Her nedense hala fakirlik
çekiyoruz.
Bugün yine yeni yeni fark etmeye
başladığımız,ülkemizdeki Bor madenleri de yine başlı başına bir
hazine ama,ne yazık ki uranyum gibi onu da değerlendiremiyoruz.
Maalesef bu değerli bor madenlerini de toprak olarak yurt dışına
ucuz ucuz satıyoruz.
Artık bugün Bor’un uzay
sanayinden tutun da,yakıt olarak kullanılmasına kadar her sahada
aranılan bir maden olduğunu bilmeyen kalmadı. Dünya Bor
yataklarının yüzde yetmiş, yetmiş beşine sahip olduğumuzu
araştırmacılar ifade ediyor.
Bu bile ülkemiz açısından müthiş
bir zenginlik kaynağı oluşturmaktadır.
Tam olarak ortaya çıkarılmamış
olsa bile,Petrol ve altın madenleri yönünden de Anadolu
topraklarının pek de fakir olmadığı aşikardır.
Bunların dışında daha bir çok yer
altı zenginliğimizden bahsedilebilir. Tabi ki önemli olan bu
madenlerin bulunması değil,bulunduktan sonra,bunları ülke
çıkarları doğrultusunda değerlendirecek tesisleri kurup
işletebilmek ve mamul madde olarak ihraç edebilmektir.
Fakat ülkemizde ne yazık ki üretim
değil tüketim ve rantiye(çalışmadan paraya para kazandırma)
ödüllendirilmektedir.
Üretim yapmak isteyen
müteşebbislerin(girişimcilerin) üzerine öyle varıyoruz ki
ürettiğine ve üretmişliğine bin pişman ediyoruz. Üretmemesi ve
istihdam oluşturmaması için elimizden ne geliyorsa yapıyoruz.
Üreten insanları hem vergi,hem girdi,hem de bürokratik engellerle
maalesef perişan ediyoruz.
Halbuki istihdam oluşturan ve
üretim yapmaya çalışan insanları ödüllendirmemiz ve teşvik
etmemiz gerekir.
İş alanı oluşturan kim olursa
olsun,yeşil,kırmızı,mavi sermaye demeden,ister yerli, ister
yabancı olsun,çalıştırdığı kişi sayısına ve üretim kapasitesine
göre, vergi ve girdi indirimi gibi bazı teşvikler ve
ödüllendirmeler yapılabilse, öyle sanıyorum ki bir çok
vatandaşımız, zaten ruhunda var olan iş kurma, geliştirme ve
çalışma aşkını ateşleyerek, ülkemiz baştan başa küçük, büyük,
binlerce hatta milyonlarca iş alanı ile dolacaktır.
Bu söylediklerimizi,yanı
başımızda bulunan komşumuz Bulgaristan vb ülkeler uygulamaya
çoktan koydular ve dün bizden çok gerilerde iken,bugün üretim ve
milli gelirleri bakımından bizleri çoktan solladılar.
Böylece her müteşebbis
birer,ikişer kişi bile çalıştırsa,hatta sadece kendini bile
istihdam etse,ülke ekonomisi,milli gelir artışı ve işsizliğe çare
olma bakımından büyük bir çıkış yolu oluşturacaktır.
Müteşebbisi ve üretimi
cezalandırdığımızda ise,haklı olarak vatandaşımız elindeki
sermayesini alıp, bir banka veya finans kurumuna yatırıyor,yattığı
yerden,hatta uyurken bile para kazanıyor.
Çalışanla,vergiyle,sigortayla,bürokrasiyle vb şeylerle uğraşmaya
da böylece gerek kalmıyor.
Tabi ki kaybetme riski de yok.
Niye üretim gibi emek ve uğraş isteyen,yerinde kaybetme riski olan
bir alana yatırım yapsın.
İstihdam ve üretimi cezalandırma gibi yanlışlardan dönülmediği
müddetçe,varlık içinde yokluk çekmeye mahkumuz.
<==Anasayfa